Son günlerde bazı çevreler etnik ve mezhepsel temsiliyet adı altında tehlikeli bir kapıyı aralamaya çalışıyor. Diyorlar ki, “Her kesimden insan temsil edilmeli, belli kimliklerin daha görünür olması lazım.” İlk bakışta kulağa hoş geliyor. Ama bu yol, Türkiye’yi çok tehlikeli bir yere sürükler: konfesyonalist sisteme.
Bu ne demek?
Devletin her kurumunu, her makamını etnik ya da mezhebi kimliğe göre paylaşmak demek. Yani Meclis’te Türkler şu kadar, Kürtler bu kadar milletvekili olacak… Şu ilin valisi Kürt olsun, yardımcısı Türk olsun… Belediye meclisinde şu kadar Alevi, şu kadar Arap temsil edilsin… Bürokrasi, yargı, hatta ordu bile “kimlik kotası” üzerinden şekillensin…
Bunun sonu ne olur biliyor musunuz?
Toplumda “kim hak ediyor” değil, “kim hangi kimlikten” yarışı başlar. Herkes kendi grubunun daha fazla yer kaplamasını ister. O zaman da kardeşlik kalmaz, millet duygusu zayıflar, güven azalır.
“E peki Kürt biri Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmasın mı, Alevi biri bakanlık yapmasın mı?”
Elbette olsun. Ama bunun yolu kota değil. Herkes bu ülkenin eşit ve onurlu bir vatandaşıysa, zaten önü açıktır. Yeter ki sistem adil işlesin, liyakat esas alınsın. O zaman kimse kimliğinden ötürü geri kalmaz.
Irak ve Lübnan’da bu sistem var. Ne oldu? Bir araya gelemeyen, iç çatışmalarla boğuşan toplumlar ortaya çıktı. Çünkü orada insanlar devletlerine değil, kendi kimliğinden olan adama güveniyor. Devlet kurumları, kimlik savaşının arenasına dönmüş durumda.
Türkiye’nin yolu bu olmamalı. Biz millet olmuş bir halkız. Bin yıldır bu topraklarda birlikte yaşadık. Bizi bölecek, ayrıştıracak, her şeyi etnik hesaba dönüştürecek sistemlerden uzak durmak zorundayız.
Güçlü devlet, herkese eşit fırsat sunan devlettir. Kimlik değil, liyakat esas olmalı. Aksi hâlde bu topraklarda huzuru değil, çatışmayı konuşmaya başlarız. Ve bu millet, çok ağır bedeller ödeyerek kurduğu birliği öyle kolay kolay bozdurmaz.