
Türkiye’de eğitim ve tarih meselelerini temelden görmek artık bir zorunluluk. Bugün yaşadığımız sorunlar tesadüf değil; geçmişte atılan yanlış adımlar ve dış müdahalelerin sonucudur. Eğitimde bağımsızlık, milli bilinç ve özgür düşünceyi savunmak, ülkemizin geleceğini belirleyecek en kritik adımdır.
1961 Anayasası, demokrasi ve özgürlük açısından bir dönüm noktasıydı. İnsan merkezli, eleştirel düşünceyi ve özgürlüğü ön plana çıkaran bir anlayışa sahipti. Ne yazık ki günümüzde eğitim sistemi tam tersine savruldu: Ezberci, merkeziyetçi ve piyasa odaklı bir yapıya dönüştü. Öğrenciler bilgiye değil sınavlara odaklanıyor; öğretmenler yaratıcı fikir üretmek yerine müfredatı yetiştirmeye çalışıyor. Sonuç: Gençlerimizin potansiyeli kayboluyor, toplumsal ilerleme yavaşlıyor.
Tarihimiz de benzer bir şekilde bağımsızlığını kaybetti. 1949’da Atatürk’ün hazırlattığı bazı tarih kitapları, milliyetçi ve inkılapçı anlayışı yansıtmasına rağmen, bazı muhafazakar ve dini çevrelerin baskısıyla toplatıldı ve yakıldı. O gün yaşananlar, eğitim ve tarih anlatısında bağımsızlığın kırılganlığını gözler önüne seriyor.
Bugün de dış müdahaleler sürüyor. Fulbright gibi bazı uluslararası eğitim anlaşmaları, gençlerimize fırsat olarak sunulsa da aslında bir yönlendirme ve dayatma aracıdır. Türkiye’nin kendi eğitim politikalarını belirlemesi ve milli bilinci koruması şarttır. Bu tür dayatmaların geri çekilmesi, eğitimde bağımsızlığımızın sağlanması açısından kritik önemdedir.
Sonuç: Eğitim sistemimizi temelden yeniden yapılandırmak, 61 Anayasası’nın vizyonunu hatırlamak ve dış dayatmalara boyun eğmemek zorundayız. Müfredat, öğretmen eğitimi ve okul yönetimleri, eleştirel düşünce, etik değerler ve bilimsel merak odaklı olmalı. 1949’da yakılan tarih kitapları ve bugün karşı karşıya olduğumuz dış dayatmalar bize şunu söylüyor: Kendi eğitimimizi, kendi değerlerimizle şekillendirmeliyiz. Başka hiçbir güç bize yol gösteremez.