Mevla-na Çırılçıplak Oynuyordu…
Bugüne kadar size anlatılan Mevlânâ,
Celaledin-i Rumi’nin bir yönlüydü.
Oysa Mesnevî ve Ariflerin Menkıbeleri’nden öğrendiğimiz bambaşka bir Mevlânâ var.
Okumaya hazırsanız, Mevlânâ’nın bilinen yüzünün dışındaki öbür yüzünü anlatmaya başlayalım.
Başlıyoruz.
1. Mevlânâ, Tebrizli Şems ile ilk kez karşılaştığında düşüp bayıldı.
Tam bir saat boyunca kendinden geçmiş şekilde yattı.
Uyandığında, Şems’i kolundan tutup medreseye götürdü.
İkisi tam 40 gün bir hücrede kaldı, kimse içeri alınmadı.
(Kaynak: Ariflerin Menkıbeleri, s.126)
2. Bir gün, büyük bir semâ töreninde Mevlânâ hazretleri, üzerindeki tüm giysileri dervişlere dağıttı.
Ve… Çırılçıplak dönmeye başladı.
Evet, Mevlânâ o meşhur vecd hâlinde soyunarak semâ ediyordu.
(Ariflerin Menkıbeleri, s.388)
3. Mevlânâ gençlere bir öğüt verir:
Mutlaka bir şeyhe, “ruhanî bir ihtiyara” bağlanın Ona kayıtsız şartsız biat edin, itaat edin.
Çünkü bir ihtiyarın eteğine yapışmadan ruhsal olgunluk olmaz(mış).
(s.143)
4. Mevlânâ, filozoflara savaşta açar:
“Filozofların sözü işe yaramaz!
Eğer konuşursa, din ehli onu perişan eder!”
(Mesnevî C.1, s.131 / beyit 2151)
5. Birine sinirlendiğinde Mevlânâ’nın en sevdiği küfür: “Gerhâher” yani “kahpenin kardeşi.”
Horasanlıların ağzında bu, en ağır hakaretti.
(Ariflerin Menkıbeleri, s.170)
6. Kadın düşmanı bir hikâye anlatır:
Bir adam âşık olduğu kadının küçük su dökmesini izler.
Kadının cinsel organına bakar ve şöyle der:
“Yolunda harcadığım servetten bir iz bile yok burada.”
(Ariflerin Menkıbeleri, s.186)
7. Mevlana, Konya’da Kâbe’ye Uçuyor !
(Hikâye: Mevlânâ’nın hanımı Kira Hatun’dan nakledilmiştir.)
“Bir gece Mevlânâ hazretleri aramızdan kayboldu. Ben, medresedeki evlerin içini dışını her tarafını birer birer aradım, bulamadım. Oysa bütün kapılar da kapalıydı. Biz hepimiz buna şaşa kalmıştık.
Hepimiz uyuduktan sonra birden bire uyandım. Mevlânâ’nın teheccüt namazına durduğunu gördüm. Mevlânâ namazı bitirinceye kadar bir şey söylemedim. Namazını kılıp virdleri okumayı bitirdikten sonra kalktım ve yanına giderek baş koydum, mübarek ayaklarını kucağıma aldım, yavaş yavaş onları ovmaya başladım. Bir de baktım ki, mübarek ayakları toz içerisinde. Ayak parmaklarının arasında renkli kumlar buldum, ayakkabısının da kumla dolu olduğunu gördüm. Tam bir korku içerisinde bu hali kendisinden sordum.
“Kâbe-i Muazzama’da daima bizim sevgimizden bahseden gönül sahibi bir derviş vardı. Bir süre onunla görüşmeye gittim, bu da Hicaz kumudur, onu sakla ve kimseye söyleme” dedi Mevlânâ.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 243))
8. Mevlana, Gökten Etli Pilav İndiriyor
İlahi dost Bahâeddin Bahrî hikâye etti:
“ Mevlânâ hazretleriyle daha tanışmamıştım. Bir gün Çelebi Hüsameddin benim evimi şereflendirmişti. O anda Mevlânâ’nın merdivenlerden yukarı çıktığını gördüm. “Emir Bahâeddin, Çelebi hazretlerini bizim elimizden kapmak mı istiyorsun?” dedi Mevlânâ.
Ben baş koydum ve “Her ikimiz de Mevlânâ hazretleri tarafından kapılmış olan candan kullardanız” dedim ve o gelip oturunca yemek hazırlatmayı düşündüm.
“Bir şeycik getir” buyurdu tam bu sırada Mevlânâ. Ben getirmek üzere kalktım.
“Hizmetçiye bağır da o getiriversin” dedi Mevlânâ.
Bunun üzerine ben hizmetçiye “Hazır neyin var?”diye Rumca sordum.
“Şimdi yemek yedik ve kapları yıkamak için tencereye sıcak su koydum” dedi hizmetçi.
“Hizmetçi o tencereyi getirsin!” buyurdu Mevlânâ.
Sonra sahan ve kâseyi istedi, kendi eliyle tencereden kâseye biraz koydu. Bu koyduğunun kızartılmış etli pilav olduğunu gördüm. Güzelliği ve tadı bakımından eşsizdi. Hepimiz boş tencereden bu kadar yemeğin nasıl çıktığına şaşıp kaldık.
“Bu, Tanrı tarafından gelmiş bir gayb yemeğidir. Onu yemek gerekir!” diye buyurdu Mevlânâ.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 295)
9. Mevlana, Türk’ü Aşağılıyor
Mevlânâ şu hikâyeyi anlattı:
“Bir Türk şehre gelmişti. Birdenbire bir medresenin kapısına geldi. Medreseyi süpürülmüş ve sulanmış, fakihlerin de büyük sarık ve elbiseleriyle oturduklarını gördü. Bir an sonra medresenin kapıcısının geldiğini gördü. Kapıcı medresede bulunanlardan her birisine tayin edilen ekmeği, eti ve diğer şeyleri getirip verdi. Bu durum Türk’ün çok hoşuna gitti.
Ertesi gün zavallı Türk, çoluk çocuğunu terk edip başına bir sarık sardı, bir cübbe giydi ve medreseye girdi. Müderrise selam verip yanına oturdu. Müderris fakih, fakirdi. Gelenin bilgin olmadığını, bu sarıkla cübbeyi mahsus giydiğini zekâsıyla anladı ve dedi ki: “Ey azizim! Dış süs, cübbe ve sarıkla kimse danişment ve fakih olmaz, mücadelesiz kimse müşahedeye ulaşmamıştır. Yıllarca didinip kendi kendini tüketmek ve bunu tekrar etmek, kandil isiyle kararıp bulanmak lazımdır ki, Tanrı’nın uygulamasının yardımıyla bir insan insan olsun. Ona bakan insan olan ve olmayan kişi ondan insanlık öğrensin.”
Mevlânâ bu hikâyeyi anlattıktan sonra, “O halde görünüşe tapan, görünüşün süsü içinde kalmış olan, dış terbiye ile yetinen, gösteriş için fereci giyen ve asla özü bilmeyen ve görmeyen topluluk, sözü edilen bu Türk gibidir.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 331)
10. Eşi Kira Hatun şöyle düşünür:
“Mevlânâ yıllardır bana yaklaşmıyor. Cinsellikten tamamen mi uzaklaştı acaba?”
O gece Mevlânâ gelir ve tam 70 defa ilişkiye girer.
Kadın medrese damına kaçıp yalvarır:
“Yeter!”
Mevlânâ:
“Daha tamam olmadı.”
(Ariflerin Menkıbeleri, s.364)
11. Bir gün bir dervişin aklından geçeni okur:
“Bu semâda tefime ne atılır acaba?”
Mevlânâ yere eğilir, bir avuç toprak alır ve tefe atar:
Toprak altın olur. “Al da gözüne sok!” der.
(s.366)
12. Mevlânâ, Mesnevî’de kadınlar hakkında şunları yazar:
“Kadınlara danışın, sonra söylediklerinin tersini yapın.”
Ve ekler:
“Karılarına başkaldırmayan, nefesini boşa tüketir.”
(Mesnevî C.1, Beyit 2956)
13. “Velilere secde etmek Tanrı’ya secde etmektir” der Mevlânâ.
Tarikata girmeyen hakikate eremezmiş.
(Ariflerin Menkıbeleri, s.403)
14. Yine Türk’ler hakkında ağır sözler eder:
“Bağ yapmak için Rum işçi,
Bağı bozmak için Türk işçi tutulur.
Çünkü imar Rum’a, yıkım Türk’e özgüdür.”
(Ariflerin Menkıbeleri, s.331)
15. Bu satırların hepsi ya Mesnevî’den ya da Mevlânâ’nın en yakın müritlerinden Ahmet Eflâkî’nin yazdığı Ariflerin Menkıbeleri adlı kitaptan alınmıştır.
Mevlânâ, sadece ney sesi değildir.
Kimi zaman toprakla altın yaratır,
Kimi zaman kadınlara danışmamayı öğütler,
Kimi zaman da çırılçıplak semâ eder.
Bu yazı Mevlânâ düşmanlığı için değil; mistik romantizmin ötesinde, tarihsel bir şahsiyeti tüm yönleriyle tanımak için hazırlanmıştır.
Gerçekleri susturamayız.
Bu yazı Yılmaz Dikbaş’ın yazısından alıntılarla hazırlanmıştır. O da yazısının kaynaklarını belirtmiştir:
Kaynaklar:
Mesnevî
Ariflerin Menkıbeleri — Ahmet Eflâkî
Sağlıcakla Kal Yüce Türk Milleti’m.