Cumhuriyet…
Sadece bir yönetim biçimi değil, bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun adıdır.
Bir ulusun esarete, yobazlığa, cehalete ve sömürüye karşı ayağa kalkışıdır.
Cumhuriyet; “Kimsesizlerin kimsesi”dir, çünkü bu topraklarda bir adam çıktı ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dedi.
O adamın adı Mustafa Kemal Atatürk’tü.
Bir savaşın ortasında bile aklında sadece zafer yoktu, bir gelecek vardı. Kadınların özgür olduğu, çocukların okula gidebildiği, yoksulun başını dik tutabildiği, kimsenin kimseye kul olmadığı bir gelecek…
O gelecek “Cumhuriyet” adını aldı.
Bugün Cumhuriyet 102 yaşında…
Ama soralım kendimize: Biz Atatürk’ün bıraktığı emanete layık mıyız?
Kadınları eve kapatıp, çocukları cemaat yurtlarına mahkûm ederken hangi yüzle “Cumhuriyet nesliyiz” diyebiliyoruz?
Bilimi susturup, biatı yücelten bir zihniyetle hangi vicdan “Atatürk’ün yolundayız” diyebilir?
Cumhuriyet, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller için kuruldu.
Ama bugün fikir suskun, vicdan korkak, irfan susturulmuş durumda.
Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün yerini öfke, kin ve kutuplaşma aldı.
Cumhuriyet’in temelinde eşitlik ve adalet vardı; şimdi ayrıcalık ve kayırma hüküm sürüyor.
Etrafımıza bir bakın…
Okullarımızda bilimin yerini hurafe almış, gençlerin zihni sorgulamaktan korkar hale getirilmiş. Eğitimin içi boşaltılmış, akıl ve mantığın yerine itaat kültürü yerleştirilmiş. Üniversiteler suskun, öğretmenler umutsuz, öğrenciler geleceksiz… Bu tablo, bir ülkenin değil; bir rejimin çöküşünün aynasıdır.
Yobazlık sadece din maskesi takarak gelmez; bazen “milli değerler” adı altında, bazen “yerlilik ve millilik” kılıfında gelir. Ama özü aynıdır: Cumhuriyetin özgür bireyini, bağımlı kul haline getirmek.
Bugün etrafımızı saran o zihniyet, sadece camilerde değil, ekranlarda, kürsülerde, hatta okullarda bile konuşuyor. Cumhuriyetin kurduğu laik eğitim sistemi, adım adım bir zihinsel işgale uğruyor.
Ve biz hâlâ sessiziz!
Her köşe başında bir “cemaat”,
her sınıfta bir “tarikat gölgesi”,
her kurumda bir “sadakat zinciri” kurulmuşken, biz hâlâ “aman huzurumuz kaçmasın” diyoruz.
Oysa huzurun kaynağı susmak değil, direnmektir.
Bugün cumhuriyete sahip çıkmak, sadece bayrak sallamakla, marş söylemekle olmaz.
Bugün cumhuriyete sahip çıkmak, korkmadan “yanlış bu” diyebilmekle olur.
Bugün cumhuriyete sahip çıkmak, çıkarına değil, ilkesine göre yaşamakla olur.
Unutmayın:
Cumhuriyet bir yönetim biçimi değil, bir duruştur.
O duruşu kaybedersek, ne Meclis kalır, ne hukuk, ne özgürlük…
Kalan sadece bir “tebaa” olur.
Bu ülke bir zamanlar “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyebilen bir önderin ülkesi idi.
Bugün o sesin yankısı boğulmak isteniyor.
Ama biz susarsak, yarın çocuklarımız bize soracak:
“Siz ne yaptınız o Cumhuriyet’e?”
O yüzden, şimdi tam zamanı!
Korkmadan, yılmadan, susmadan…
Cumhuriyete, Atatürk’e, özgürlüğe sahip çıkmanın zamanı!
Çünkü bu ülke bir daha o ışığı kaybederse, karanlık sadece sokakları değil, geleceğimizi de yutar.
Unutmayın, Atatürk bu ülkeyi saraylara değil, halka emanet etti.
Cumhuriyetin gerçek sahibi ne koltuklardır, ne partiler, ne de alkışlar…
Gerçek sahipleri; fabrikada ter döken işçi, sabahın köründe derse yetişen öğrenci, tarlasına umut eken çiftçidir.
Cumhuriyet, bir bayramdan fazlasıdır.
Bir mirastır, bir onurdur, bir direniştir.
Ve her 29 Ekim’de, bir kez daha söz vermektir:
Bu topraklarda bir daha hiç kimse kula, sultana, şeriata, zorbalığa teslim olmayacak!
Atatürk’ün dediği gibi:
“Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister.”
O halde görev belli:
Cumhuriyeti kutlamakla yetinmeyeceğiz — onu koruyacağız.
Sözle değil, duruşla.
Sadece bayramda değil, her gün.
Çünkü Cumhuriyet, yaşatıldıkça Cumhuriyet’tir.
Ve Atatürk, hatırlandıkça değil; anlaşıldıkça ölümsüzdür.
Bu vesileyle tüm ulusumuzun 29 Ekim Cumhuriyet bayramını en ulvi dileklerimle kutluyorum.


İsmail Doğan 2 saat önce