USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Kültür & Sanat

Venedik Mimarlık Bienali’nde Türk dokunuşu

Yeni mimari vizyonların, yaratıcı projelerin ve geleceğe ilişkin fikirlerin kesiştiği küresel bir tasarım sahnesi olan Venedik Bienali, dün 19. kez kapılarını açtı. “Yerebasan” temasıyla bienalde yer alan Türk Pavyonu’ndaki işlerden biri olan “Anti-Ruin”, mimari anlamda g

Venedik Mimarlık Bienali’nde Türk dokunuşu
10-05-2025 00:00
11-05-2025 12:00
Google News

Dünyanın en prestijli mimarlık etkinliklerinden Venedik Mimarlık Bienali’nin 19. edisyonunda, “Yerebasan” temasıyla izleyici karşısına çıkan Türkiye Pavyonu, 20 farklı katılımcının özgün bakış açılarını bir araya getiriyor. Sergilenen eserler arasında yer alan Londra merkezli mimari ofis OZRUH’un “Anti-Ruin” projesi, mimarlığın geleneksel kodlarını yeniden yorumlayan yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Projenin hikâyesini anlatan filmi “intelligens CANON” da eş zamanlı olarak ana sergide gösteriliyor. Mermer tozuyla 3D baskı kullanarak inşa edilen yapılar, hem estetik hem de çevresel sürdürülebilirlik açısından önemli bir adım sunuyor. Proje, sürdürülebilirlik kavramını yalnızca malzeme seçiminde değil, mimari tasarımın özünde arıyor. OZRUH kurucusu Levent Özruh ile bienalin açılışı öncesinde projesi ve mimarlık vizyonu üzerine konuştuk.

– “Anti-Ruin” projenizin hikâyesini ve felsefesini kısaca anlatabilir misiniz?

Anti-Ruin, entropiyi her zaman kaçınılması veya önlenmesi gereken bir tehdit olarak değil; tasarımda kullanılabilecek yaratıcı bir kuvvet olarak ele alıyor. Lübnan asıllı Amerikalı yazar ve istatistikçi Nassim Nicholas Taleb’in “antifragile” (zarar gördükçe güçlenen sistemler) kavramından ve entropinin geri çevrilebildiği sahneleri görselleştiren Christopher Nolan’ın “Tenet” filminden esinlenen proje, modüler ve molekül benzeri bloklardan oluşan bir sistem aracılığıyla bozulmayı ve dönüşümü benimsiyor. Bu bloklar, sistemin zamanla birleşip yeniden yapılandırılarak gelişmesine olanak tanıyor. Projenin temelinde mimarlığın “tamamlanmış” veya “eksik” olarak görüldüğü geleneksel ikili anlayışı sorgulamak yatıyor. “Anti-Ruin”, bu anlayışı tersine çevirerek açık uçlu, evrimsel bir sistem öneriyor: Her bir parça kendi başına anlamlı ve işlevsel olabiliyor; her faz kendi içinde tamamlanmış kabul edilebiliyor.

– Bienalin bu yılki temasıyla projeniz arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

“Anti-Ruin”, bu yılki Venedik Mimarlık Bienali’nin “Intelligens: Doğal. Yapay. Kolektif.” temasıyla ve Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü Ceren Erdem ile Bilge Kalfa’nın üstlendiği “Yerebasan” sergisiyle çok katmanlı bir düzlemde buluşuyor. Projemiz, zekâyı maddenin kendisinde var olan dönüşüm, adaptasyon ve yeniden yapı kurma yetisiyle ilişkilendiriyor. Bizim için zekâ, malzemenin döngüselliği ile tasarım dili arasındaki sinerjide ortaya çıkıyor. Bu sinerjinin tasarım yönünü OZRUH geliştirirken, malzeme ve üretim süreci ETH Zurich’te Dr. Pietro Odaglia liderliğinde yürütülüyor. Küçük bir stüdyo olarak, küresel ölçekte etkili bir eğitim kurumu ile birlikte çalışmak bizim için heyecan verici.

– Mermer tozuyla yapılan 3D baskının, geleneksel yapı tekniklerine göre avantajları neler?

Mermer ocaklarında çıkarılan bloklarla eşit, hatta daha fazla miktarda ince toz ortaya çıkar; bu malzeme genellikle atık olarak değerlendirilir. “Anti-Ruin”de bu artık malzeme, yapı taşı hâline getirilerek mimariye dönüştürülüyor. Kaybın yan ürünü olan bir toz, yapının özüne dönüşüyor. Böylece hem çevresel bir soruna çözüm sunuluyor hem de döngüsel bir üretim anlayışı benimsiyoruz. Yöntemin çevresel etkisi oldukça düşük. Çimento yerine ETH Zurich’te geliştirilen jeopolimer bir bağlayıcı kullanılıyor. Bu bağlayıcı, karbondioksit salımını ciddi ölçüde azaltıyor ve uçucu kimyasal bileşen içermiyor. Geri dönüştürülmüş mermer tozuyla birleştiğinde ortaya çıkan yapı elemanlarının toplam karbon ayak izi, geleneksel bir tuğlayla eşdeğer seviyeye geliyor.

– Üretim sürecinde karşılaştığınız teknik zorluklar nelerdi?

Bu ölçekte ve hızda üretim yapmak başlı başına bir zorluktu. ETH Zurich’in Digital Building Technologies bölümü bu süreci mümkün kıldı. Projede kullanılan “binder jetting” (bağlayıcı püskürtme) makinesi daha önce yalnızca küçük parçalar için kullanılmıştı. Biz üç hafta içinde kesintisiz şekilde 12 büyük parçayı üretmeyi hedefledik. Dr. Pietro Odaglia bu zorlu görevi kabul etti ve süreci adım adım dönüştürdü. Her bir parça içi boş olmasına rağmen 250–300 kilo civarındaydı. Bu durum üretimi olduğu kadar taşıma, kurutma ve yerleştirme süreçlerini de teknik olarak çok hassas hale getirdi.

– Ortaya çıkan yapıların dayanıklılığı ve estetik özellikleri hakkında ne söylersiniz?

Yüzeyler, mermer tozunun tane tane bağlanmasıyla oluştuğu için hem jeolojik süreçleri hem de el işçiliğini andıran bir malzeme derinliği taşıyor. Baskı sürecinin izlerini—katmanlaşma, tortulaşma, ufak belirsizlikler—bilerek koruduk. Kumlama sırasında da bu özellikleri ortadan kaldırmamaya özen gösterdik. Cilalama ya da düzleştirme yerine, entropiyle kesinliğin bir arada var olmasına izin verdik. Ortaya çıkan sonuç hem kadim hem de spekülatif bir estetik sunuyor.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
ANKET TÜMÜ
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Günün Karikatürü