
Önce Amerikalı senaryo yazarı ve yönetmen Richard Linklater’ın (1960) “Nouvelle Vague”ı (Yeni Dalga), sinefil yürekleri ferahlattı. Fransız sinemasında, 1950’lerin ikinci yarısından itibaren devrim yaratan Yeni Dalga hareketinin belli başlı aktörleri, o günlerden geri kaldığına inanabileceğiniz kadar başarılı dekorlar içinde, siyah beyaz görüntüler eşliğinde karşımıza geliyor. Jean-Luc Godard, Claude Chabrol, François Truffaut, JeanPaul Belmondo ve Jean Seberg sanki ikiz kardeşleri olan oyuncular tarafından çok iyi canlandırılmışlar.
“Nouvelle Vague”, bir noktada, “Yeniden yaratılmış gerçeğin belgesel sineması” diyebileceğimiz farklı bir türün örneği. Ciddi bir araştırmanın ürünü olan bu olağanüstü çalışma, Jean-Luc Godard’ın (1930-2022), sinema dilinde yeni bir çığır açan, 1959 yapımı ilk uzun filmi “A bout de souffle”un (Soluk Soluğa) çekim sürecine odaklanıyor.
O dönemin ruhunu, yaratıcı havasını ve Godard’ın kendine özgü dehasını çok rahat, muzip bir dille anlatıyor. “Nouvelle Vague”ı ve uzantılarını yaşamış sinefiller için nostaljik bir tat içerirken genç kuşaklara yeni perspektifler sunan bu film için, jüri, yepyeni bir özel ödül tanımlamak ihtiyacını hissedecektir belki de.
TRUMP VE KIRMIZI HALI
Bu arada, Donald Trump’ın kulakları çınlasın! Sinemayı televizyonlarda izlediği eğlendirici ya da sürükleyici filmlerden ibaret sanan, önce Avrupa’da yaşama geçip orada geliştiğini bile bilmiyor gibi konuşan, bugünkü ortak yapım ağlarından da pek haberdar olmamalı ki ABD dışında üretilen filmlere yüzde yüz gümrük vergisi getirmek gibi saçmalıkları dile getiren; sanat ve kültür düşmanı tavırlarıyla tüm dünyada tepki gören Başkan Trump’a rağmen, tanınmış Amerikalı yönetmen Linklater’in, yaratıcı Avrupa sinemasını saygıyla selamlayarak onurlandırdığı “Nouvelle Vague”, basın gösterimi sonunda alkışlanan nadir filmlerden biri oluyor.
ALKIŞ SÜRELERİ
Sırası gelmişken bir haber kirliliğinin altını daha çizelim. Galaları, 3 bin koltuklu Lumière salonunda yapılan yarışmalı bölüm filmlerinin gösterimleri sonundaki alkışların süresi, asla güvenilir bir gösterge ya da ölçüt olmamıştır. Islıklanan filmlerin Altın Palmiye almaları ya da çok alkışlanan filmlerin ödül alamadığı defalarca yaşanmıştır.
Tıpkı kırmızı halılı merdivenler üzerinde, sponsor olan ya da olmayan şirketlerin satın aldıkları biletlerle gövde gösterisi yapan yüzlerce manken ya da oyuncunun, resmi seçkilerde yer alan filmlerle, uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığı gibi. Cannes’da her tür manipülasyona, “dalgaya” yer var. Ancak çarpıtılan gerçeklerle beslenen haber kirliliğiyle dalga geçmek de hakkımız, hatta görevimiz!
İSMİNİ ÇOK DUYACAĞIZ
Güncel toplumsal dip dalgaları gündeme getiren, Cezayir ve Tunus kökenli Fransız kadın oyuncu-yönetmen Hafsia Herzi’nin (1987) filmi “Küçük Kız Kardeş”i de önemli ve cesur tavrı yanında, duyarlı yaklaşımıyla da çok beğenerek alkışlıyoruz. Paris’te, bir banliyöde yaşayan, namaz kılan inançlı Müslüman lise öğrencisi genç kızın cinsel yönelimini sorgulama sürecini ele alıyor film. Genç kızın eşcinselliğe yönelişindeki ilk zor aşamayı sahneye koyuyor. Bırakın Müslüman ülkeleri, Fransa’da bile daha şimdiden tutucu çevrelerin tepkisini üzerine çekmiş durumda olan bu filmin adını daha çok duyacağız...
Zor bir konuyu, hiçbir kışkırtıcı tavra yer vermeden, şematik yaklaşımlardan da özenle kaçınarak, içtenlikle işleyen Hafsia Herzi, bu üçüncü filmiyle Cannes seçkilerinde bir basamak daha yukarıya çıkarak Altın Palmiye’ye aday oluyor.
Çocuk oyuncuların dikkat çeken performansları ardından, 17 yaşındaki Fatima karakterini, içselleştirilmiş inandırıcı yorumuyla canlandıran Nadia Melliti de ödül gecesi adını duyurabilecek bir genç oyuncu.