USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

TÜRKÇÜ'LÜK ve TARİHİ EVRİMİ  

26-07-2023
Türkçü'lük Nedir? Turancılık Nedir? Irkçılık Nedir?
Bilenlere bir hatırlatma olsun diye.
Bildiğini zan edenlerede bundan sonra doğruları
bilsinlerde, sıfatlamalarda hata yapmasınlar diye.
Saldıracaklarda neye saldıracaklarını bilsin diye.
Aşağıdaki hızlandırılmış Türkçü'lük bilgilerini
okumaya davet ediyoruz.
*****
Türkçülük, tüm Türk halklarının kültürel ve politik
birliğini amaçlayan,
1880’lerde Osmanlı İmparatorluğu’nda ve
o zamanlar Rusya İmparatorluğu’nun bir parçası
olan Azerbaycan’da yaşayan Türk aydınları arasında
ortaya çıkan bir harekettir.
Türkçülük milliyetçilik tarihi evrimi nasıl gerçekleşti?
Özellikle terminoloji konusunda kafalar karışık.
O yüzden Türkçülük, milliyetçilik, ulusçuluk, ırkçılık,
Turancılık terimleri eş anlamlı sözcüklermiş gibi
birbirinin yerine kullanılmakta,
bazıları gerçekten eş anlamlı iken bazıları ise çok
farklı anlamlar ifade etmektedir.
Türk Dil Kurumu’na göre Milliyetçilik/Ulusçuluk,
Turancılık, Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık,
Batıcılık  :
Türk Dil Kurumu “ırkçılığı”, insanların toplumsal
özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek
bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren
öğreti olarak tanımlamıştır.
Milliyetçilik / Ulusçuluğu ise maddi ve manevi
açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin
üstünde tutma anlayışı olarak tarif ediyor.
Bu görüş, kendilerini birleştiren dil, tarih ve kültür
bağlarından bir üst yapı oluşturabilmiş olan bir
topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsüne inanan
görüştür.
Turancılık ise Türk Dil Kurumu sözlüğünde
Türkçülük ile eş anlamlı olarak şöyle tanımlanıyor:
“Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ortaya çıkan,
Osmanlıcılık ve İslamcılık akımları karşısında bütün
Türklerin tek vatanda ve tek bayrak altında
birleşmesini savunan akım.
“Diğer bir deyişle, tüm Ural – Altay kavimlerinin
siyasi birliğini savunan görüştür. 
Ünlü bir Türkçü yazara göre “Turan” sözcüğü,
Türklerin kendilerini tanımlamak için kullandığı bir sözcük olmayıp Farsça’dan gelmektedir.
Bu ifade, İranlıların kendilerinden olmayanları
tanımlamak için kullandıkları kapsayıcı bir ifadedir.
Vahşi, yabani, barbar, düşman anlamına
gelmektedir. (1)
Osmanlı devletinde padişahlar ve devlet adamları
devleti dağılmaktan kurtarmak için birçok yenilik ve
reform yaptılar.
Bunun sonucunda aydınlar arasında devleti
kurtarmaya yönelik fikir akımları ortaya çıktı.
Bunlara kısaca göz atacak olursak;
*Osmanlıcılık: Bu akım, Osmanlı devletinde yaşayan
değişik etnik grupların Fransız Devrimi’nin getirdiği
milliyetçilik fikirlerinden etkilenerek bağımsız olma
düşüncesinin ortaya çıkması üzerine Osmanlı
toplumu oluşturmak amacıyla ortaya atılmıştır.
Balkan milletlerinin ayrılmasıyla geçerliliğini
kaybetmiştir.
*İslamcılık: Balkan milletleri ayrıldıktan sonra hiç
olmazsa Müslümanların devlete bağlılığını
sağlamak düşüncesi ile ortaya atılmıştır.
I. Dünya Savaşı’nda halifenin cihat çağrısına rağmen
Müslüman Arapların İngilizlerle birlikte hareket
etmeleri ile geçerliliğini kaybetmiştir.
*Türkçülük: Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının
hayal kırıklığı yaratması üzerine İttihat ve Terakki’nin
Osmanlı sınırları içinde yaşayan Türkleri dil ve kültür
birliği etrafında birleştirmek isteği ile ortaya
çıkmıştır.
Yeni Türk devletinin kurulmasında ve Mustafa
Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu milliyetçilik
ilkesinin oluşmasında etkili olmuştur.
*Batıcılık: Batı’nın her alanda Osmanlı devletinin
önüne geçmesi üzerine, Osmanlı devletinin tek
kurtuluş yolunun bu yüzyılın ihtiyaçlarına uygun
medeni bir devlet ve millet halini alması gerektiği
düşüncesiyle ortaya çıkmıştır.
Bu akım, yeni Türk Devletinin temel taşlarından birini
oluşturur. (2)
Dağılma Döneminde İmparatorluğun Sosyal ve Siyasal Yapısı :
Osmanlı İmparatorluğu’nun Dağılma Dönemi,
1792 yılında Osmanlı ile Rusya arasında imzalanan
Yaş Barış Antlaşması ile başlamış ve 1922 yılında
saltanatın kaldırılması ile sona ermiştir.
Bu döneminin başlangıcının 1789 Fransız
Devrimi’ne rastlaması tesadüf değildir.
Yenilikçi, batıya açık III. Selim’in tahta çıkışının
Fransa’daki devrime denk gelmesi önemlidir.
Fransızca, imparatorlukta yaşayan azınlıkların ortak dilidir.
O dönem Rum ve Ermeni eğitim kurumlarından
başka, modern Osmanlı eğitim kurumlarında da yabancı dil olarak Fransızca okutulmaktadır.
Hiç şüphesiz, Fransızca yayın yapan gazetelerin en
önemli hedef kitlesi de okur – yazar oranı yüksek
olan bu gayrimüslim topluluklar olmuş ve en
belirgin etkileri de eğitimli bu kesim üzerinde
görülmüştür.
İlginçtir, Fransız devriminin
“özgürlük, eşitlik, kardeşlik” kavramlarından sadece
birincisi, gayrimüslimler arasında rağbet bulmuştur.
Ancak onlar, özgürlüğü yurttaşlık hakkı olarak değil,
ulusal bağımsızlık, yani milliyetçilik olarak
algılamışlardır. (3)
Sultan 2. Abdülhamid han (II. Abdülhamid)
Milliyetçilik Akımı ve Dini Etkiler :
Bizans’ta ve klasik Osmanlı asırlarında Rum
Patrikhanesi Bulgarlar ve Sırplar dahil bütün
Ortodoksları kapsıyordu, etnik ayrım yoktu.
Balkan köylüleri için, yeryüzündeki bütün köylüler
gibi baştaki hükümdarın kim olduğu fark etmezdi,
az vergi alması ve adil olması yeterli bulunurdu.
Osmanlı böyle davranarak Balkanları 500 yıl yönetmişti.
Ancak, modernleşme ile birlikte eğitimin, okulun ve
gazetenin yaygınlaşması durumu değiştirdi, milli dil
önem kazandı.
Milliyetçi fikirlere bağlı öğretmenler, papazlar,
Balkanlarda çıkarları olan yabancı devletlerin
konsolosları, Balkan köylülerine milliyetçilik fikrini
götürdüler.
Artık; Balkanlardaki Sırp, Yunan ve Bulgar köylüleri
de ayrı bayrak istiyorlardı.
Bu konuda dil, din, okul ve kilise temel aktörlerdi.
19. yüzyılda Ortodoks Bulgarlar ve Sırplar Rum
Patrikhanesi’nden ayrılıp kendi kiliselerini kurmaya
yöneldiler.
Osmanlı devleti bu kiliselerin kurulmasına 1856
Islahat Fermanı ile izin verdi.
Artık Balkanlarda her köyde kilise vardı.
Müslümanlar her şeyi devletten bekleyip, devlet
memurluğunda çalışıp, ticaret ve endüstriden uzak
dururken gayrimüslimler girişimcilikleri ile iktisadi
alanda zenginleşmişlerdi.
Bu kiliselerin ve zengin tüccarların desteği ile azınlık
okulları kuruldu, bu okulların öğretmenleri de
Yunanistan ve Bulgaristan’da eğitildiler.
Eğitim bakanlığının ise bu okullar üzerinde hiçbir denetimi yoktu.
Tarihçi Anastasia Krakasidou bunları, Balkan
komitacılarının ideolojilerini kırsal kesime taşıyan
siyasi ajanlar olarak tanımlıyordu.
Gayrimüslimlerdeki milliyetçi duygular erken
geliştiği gibi daha da güçlüydü.
Türkler askerlik yapıp savaşlarla nüfusları hızla
azalırken, gayrimüslimlerin askerlik yapmamaları nüfuslarının artmasına ve ticaret işlerinde zenginleşmelerine yol açtı.
Bu zenginleşme milliyetçilik duygularını körükledi.
Son bir çabayla ilan edilen meşrutiyetin demokrasi
ve eşitlik vaadi, gayrimüslimlere askerlik dahil bütün
kamu görevlerinin açılması, mecliste temsil
edilmeleri, dernek ve parti kurma özgürlüklerinin
tanınması onları milliyetçiliklerinden vazgeçirmediği
gibi talep çıtalarını yükseltti ve heyecanlarını artırdı. (5)
Tarihçi Kemal Karpat, Erik Zürcher’in,
gayrimüslimlerin meşrutiyetten sonra eşitlik uğruna
milliyetçi iddialarından vazgeçmediklerini,
dahası Arnavut ve Arapların da ayrılıkçı hareketlere
giriştiklerinden bahsettiğini yazar.
Meşrutiyetin umulan birleştirici sonucu vermemesi,
Türkleri de Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirlerinden
ayrılıp Türklük fikrine yöneltmiştir. (6)
Osmanlı’da Azınlıkların Ayrılıkçılık Rüzgarı :
Rıdvan Akın, Paul Risal’in 1912 yılında yayınladığı
bir makalesinde;
Türklerin kendilerini imparatorluğun yöneticisi
saymakla birlikte, aslında imparatorluğun en ihmal
edilmiş topluluğu olduklarından, gayrimüslimlerin
ise sosyal refah, eğitim ve diğer olanaklar
bakımından iyi durumda olduklarından bahsettiğini
yazar.
Paul Risal’e göre; gayrimüslimlerin bu üstün
durumları, Osmanlı idaresinin asimilasyon politikası
gütmemesinden,
hatta İslami öğretiye göre,
Hristiyan unsurların zimmi (can, mal, namus
güvenliği halifenin teminatı altında olan
gayrimüslim) statüde bulunmalarından
kaynaklanmaktadır.
Bir bakıma zimminin hukuku İslam Devleti’ne
zimmetlidir.
Bu uygulama, Türklerin yüzlerce yıl devleti ayakta
tutmak için savaşmasını, Hıristiyanların ise, milliyetçiliğe dönüşecek nüvelerini saklamasını
sağlamıştır.
Meşrutiyetin ilanı ile ortaya çıkan kucaklaşma
görüntüsü ise sahtedir.
Gerçekten de çok geçmeden ayrılıkçılık rüzgarı
Rumlardan başlayıp diğer unsurlara da sıçramıştır. 
Türkler sosyoekonomik olarak geriydiler, sayıları
eksilmişti ve burjuva sınıfları yoktu.
Sonunda ellerinde sadece Osmanlı’nın etiketinin
kaldığını fark ettiler. (7)
Bu durum, tepki olarak ortaya çıkan Türkçülük
akımını besledi.
Türkçülük Akımının Doğuşu :
Osmanlı devletinde ise Türklük, 19. yüzyılın ikinci
yarısına kadar gerçek anlamda bir kimlik göstergesi
değildi.
“Türk” genel olarak, imparatorluk sınırları içinde
Türkçe konuşan Müslümanlar anlamına geliyordu.
Osmanlı devletinin kurulduğu toprakları “Türkiye”
olarak tanımlayan ve karşılaştıkları asker, devlet
adamı ve diplomatları Türk olarak adlandıran
Avrupalılara karşın Osmanlı toplumunda Türk, ortak
bir kimliğin öznesi olmamıştı.
Hatta, 1802’de Paris’e elçi olarak atanan Halet
Efendi kendisinin Türk Elçisi olarak takdim
edilmesine kızmıştı. (8)
Zeki Arıkan çeviri eserinde; Türk kavramının Osmanlı
yönetici sınıfı nezdinde olumsuz çağrışımlar
oluşturmasının 4 nedeni olduğunu ileri sürmüştür:
*Devşirme olan yönetici sınıfının gerilemeden
bürokrasiye sızan Türkleri sorumlu tutması
*Timur yenilgisine Anadolu Türklerinin ihanetinin
sebep olduğu düşüncesi,
*Arap İslam biliminin etkisi
*Alevi – Türkmen ayaklanmaları (9)
Abdülhamit devri, yasaklamalara rağmen 
Türkçülüğün ilk nüvelerinin atıldığı dönem oldu.
II.Abdülhamit’in dikkatle izlediği Harbiye, Mülkiye
ve Tıbbiye mektepleri Türkçülüğün ilk ortaya çıktığı
mekanlardı.
Harbiye mektebinin siyasi tarih hocası Süleyman
Paşa, o zamana kadar egemen olan Osmanlıcı
çizgiyi bir yana bırakarak derslerinde ilk kez Türklük
kavramını ele almış ve bunu bir tema olarak
sürdürmüştür.
1876’da ders kitabı olarak yayınladığı ve sonradan
yasaklanan Tarih – i Alem kitabında Türklerin İslam
öncesi yaşantılarını övmüştür. (10)
Türklük fikri etrafında toplanmayı sağlayan bir
başka gelişme ise 1895 Türk – Yunan Savaşı oldu.
Türk sıfatının bir milleti tasvir eden ilk kullanımına
ise Mehmet Emin Yurdakul’un 1897 Osmanlı – Rus
savaşında yazdığı şiirlerde rastlıyoruz.
İttihat Terakki Cemiyeti :
Cemiyetin kurucuları Tıbbiye Mektebi’nin birinci sınıf
öğrencileridir. Cemiyet ilk toplantısını 2 Haziran
1889’da yapmıştır. Bu toplantıya, İbrahim Temo,
İshak Sükutî, Abdullah Cevdet, Şerafettin Mağmumi,
Çerkez Mehmet Reşid, Asaf Derviş, Hersekli Ali
Rüştü, Giritli Muharrem, Hikmet Emin, Ali Şefik ve
ismi tespit olunamayan bir kişi katılmıştır.
Toplantı, Mithat Paşa’nın bağında, bir incir ağacının
altına serilen hasır ve çuvallar üzerine oturarak bir
piknik görüntüsü altında yapılmıştır.
Toplantıya katılanların hizmetlerini bağ bekçisi Aluş
Ağa yapmıştır. İnciraltı Toplantısı adı da verilen bu
toplantıda, Ali Rüştü başkan, Şerafettin Mağmumi
sekreter, Asaf Derviş ise sayman seçilmiştir.
Alınan kararları kaydetme görevi ise Şerafettin
Mağmumi ile İshak Sükuti’ye verilmiştir.
Örgüte kimlerin üye olacakları üzerinde durulan
toplantıda, her hafta düzenli olarak farklı bir yerde
toplanılması ve her üyeye bir numara verilmesi
kararlaştırılmış ve alınmış olan kararlar büyük bir
titizlik ve gizlilik içinde uygulanmıştır. (11)
İttihat Terakki Liderleri (Talat, Enver, Cemal Paşalar)
2’nci Meşrutiyet’e Giden Yolda :
O dönemde özellikle; Namık Kemal, Şinasi, Ziya
Paşa ve Mehmet Emin gibi milliyetçi ve vatansever
şair ve yazarların eserleri gençler arasında elden ele
dolaşmaktaydı.
Vatan ve milliyetçilik duygularının örgütte yoğun bir
biçimde işlenmesi gençlerin örgüte katılımlarını
kolaylaştırdı.
Tıp öğrencilerinin hemen hemen hepsi, Harbiye,
Baytar, Mülkiye, Topçu ve Mühendishane
okullarındaki öğrencilerin de çoğunluğu örgüte girdi.
Abdülhamit, bu örgütün varlığından ve
faaliyetlerinden ancak 1892’de haberdar olabildi.
Bu tarihten sonra örgüt üyeleri hafiyeler tarafından
sıkı bir takibe alındı ve tevkif edilerek mahkemede
yargılandılar.
Yargılama neticesinde, örgüt üyelerinden Şefik Ali,
Ahmet Mehdî, Abdullah Cevdet, Mehmet Reşid,
Şerafettin Mağmumi, Mikail Useb ve Tekirdağlı
Mehmet’in Tıbbiye Mektebi’nden atılmalarına ve
tutuklanmalarına karar verilmişse de birkaç ay
sonra affedilerek serbest bırakıldılar.
İbrahim Temo ise Romanya’ya kaçtı. Tıbbiye
komutanı Zeki Paşa’nın okulda uyguladığı katı
disiplin öğrencilerin huzursuz olmalarına yol açtı ve
baskıya maruz kalan öğrencilerin daha rahat bir
ortamda öğrenim görmeleri için örgüt onları
Avrupa’ya yollamayı uygun gördü.
Bu yolla birçok yetenekli öğrencinin Avrupa’da
eğitim görmesi sağlandı. (12)
Örgütün temelinde baskıya karşı duyulan
hoşnutsuzluk ile Batı’ya karşı duyulan hayranlık
yatmaktadır.
Örgüt, ülkenin kurtuluşunu meşrutiyetin ilanında
görmekte ve II. Abdülhamit idaresinin bir an önce
yıkılmasını arzu etmektedir. Bu amaçla örgüt yoğun
bir propaganda faaliyetine girişti. (13)
Nihayet İttihatçıların ordudaki uzantılarının da
yardımıyla 29 yıl askıda kalan Osmanlı anayasası
24 Temmuz 1908’de tekrar yürürlüğe konuldu.
2'nci Meşrutiyet - 1908 Devrimi :
Meşrutiyet ertesinde Osmanlı ülkesi büyük bir
siyasal ve toplumsal fikir patlamasına sahne olur.
Meşrutiyet rejiminin sağladığı özgürlük ortamı
bütün fikir hareketlerinin yanı sıra Türkçülük akımını
da cesaretlendirir.
Meşrutiyetin ilanından sonra diğer fikir hareketleri
ile çatışan bu akım, zamanla siyasal gelişmelerin
katkısı ile hükümet partisinin ideolojisi haline
gelecektir. (14)
Türkçülük Akımının Yükselişi :
1908 yılında Fuat Köse Arif başkanlığında kurulan
Türk Derneği, Türk milliyetçiliğinin öncü kuruluşudur.
Ancak dernek, üyeleri arasında tam bir düşünce
birliği bulunmaması nedeniyle kısa ömürlü oldu.
Belki amacına ulaşamadı ama çıkardığı dergi
Türkiye’deki Türkoloji çalışmalarının önemli bir
evresini teşkil eder. (15)
1911 yılında Türk Ocakları kuruldu. İlk toplandığında
1200 üyesi olan örgüt, Türkçülük akımının etkinlik
kazanmasına paralel olarak beş yıl sonra üye
sayısını 2550’ye, Beyazıt’taki genel merkez dışında
da taşradaki merkez sayısını 35’e çıkarttı.
Bu, Dünya Savaşı’nın sonuna doğru daha da
artacaktır.
Bu örgüt, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Yahya
Kemal‘in düzenlediği konferanslar ile tarih bilinci
yüksek bir kitle yaratmaya çalışmış, dilde sadeliğe
önem vermiştir. (16)
Yusuf Akçura :
İlk kez parti politikası olarak Türkçülük :
İttihat Terakki resmi söylem düzeyinde
Osmanlıcılığa bağlılığını 1911 Kongresine kadar
sürdürdü.
Bu kongreden sonra “Diyaneten Müslüman, heyeti
içtimaiyece Osmanlı, kavmiyetçe Türk olmak”
düsturu benimsenerek, Türkçülük parti politikası
haline getirildi.
1913 Kongresi’nde alınan karar gereğince Türkçenin
bütün okullarda öğretilmesi zorunluluğu ise bir
dönüm noktasıdır.
İttihatçılara göre Osmanlı devleti bu sayede
Türklerin devleti olacak ve Türkleşecektir. (17)
İttihat Terakki iktidarında Türkçülüğün alenileşmesi
Türkleştirme siyasetinin yürürlüğe konulması
anlamına geliyordu.
Talat Paşa hatıralarında; Türk olmayan
Müslümanlara yönelik zorunlu Türkçe öğretiminden,
kamusal alanda Türkçeden başka dillerin
kullanımının yasaklanmasından ve zorunlu iskan
politikalarının yürürlüğe konulmasından
bahsetmiştir.
Gayrimüslim azınlıkların ise, devlete olan
sadakatlerine kuşku ile yaklaşıldığı için daha sert
uygulamalara maruz kaldığını, hatta Anadolu’nun
saf bir Türk yurdu haline getirilmesi amacıyla
yapılan Ermeni tehcirinin de bu bağlamda ele
alınması gerektiğini,
Aşair ve Muhacirun Müdüriyet – i Umumiyesi’nin
(Tehcirin organizasyonundan sorumlu kurum) de
bu amaçla kurulduğunu ifade eder. (18)
Ziya Gökalp :
Reformlar    :
İttihat Terakki, iktidarı boyunca çağdaşlaşma
çabalarını sürdürdü ve her fırsatta Osmanlı yaşam
tarzının kadına biçtiği rolün kabul edilemez
olduğunu ve Batı medeniyetinin yakalanması için
toplumsal yaşamın her alanında reformlara ihtiyaç
duyulduğunu vurguladı.
Özellikle savaşların yarattığı iktisadi ve sosyal
çöküntü, silah altına alınan erkek nüfusun 2,5
milyona varması, üretim daralması gibi somut
faktörler kadın emeğine başvurmayı zorunlu kıldı.
Kadına toplumsal hayatta yeni roller tanıma
milliyetçi uyanış ile eşzamanlı olarak gündeme geldi.
*Belediyeler kanunu modernleştirildi.
*Şeriat mahkemeleri Adliye Bakanlığı’na bağlandı.
*Şeyhülislamlık kurumu hükümet dışında bırakıldı.
*Aile kararnamesi ile medeni evlenme boşanma
kuralı getirildi.
*Dini eğitim yapan medreseler Maarif Bakanlığı‘na
bağlanarak modern usullerle eğitime geçildi.
*İlk ve rüştiye mektepleri tek bir çatı altında toplandı.
*Tarih kitapları milliyetçi amaçlarla tekrar yazıldı.
*Bahriye Mektebi’nde müfredat yenilendi.
*Öğretmen okullarını yaygınlaştırmaya ve eğitim kalitesini yükseltmeye yönelik adımlar atılmış ise de savaş şartları nedeniyle kesin sonuç alınamadı.  
*Uygulamaya konulan Tevhid-i Tedrisat Kanunu Cumhuriyet devriminin temellerini teşkil eder.
Cumhuriyetin eğitim devrimi büyük oranda
meşrutiyetin bu düşünce birikimini yansıtır. (19) 
Mülkiye ve Maliye mektepleri tek bir üniversite çatısı altında toplandı.
Almanya’dan gelen öğretim üyeleri akademik hayatı zenginleştirdi.
Öksüz ve yetim çocuklar koruma altına alındı.
Beden eğitimi vererek gençleri bir yandan savaşa
hazırlayacak bir yandan da milletin refahına yardım
edecek paramiliter örgütlenmeye ilk adım olarak
izcilik teşkilatları kuruldu.
Bu örgütler savaş başlayınca Harbiye Nezareti’ne
bağlı genç milis kuvvetlerine dönüştürülecektir.
Gizli ve özel harekat birimleri olarak
Teşkilat-ı Mahsusa kuruldu.
Takvim değişikliği, kadının sosyal yaşama girişi
cumhuriyet devrimlerinin ilham kaynağı oldu. (20)
Ekonomi  :
Ekonomi alanında da önemli millileştirme girişimleri
oldu.
Mithat Paşa’nın 1863’de Tuna valisi iken kurduğu
günümüzün Tarım Kredi Kooperatiflerini çağrıştıran
Menafi Sandıkları 1888 yılında Ziraat Bankasına
dönüştürülmüş ve tarımsal üreticinin kredi talebini
tümüyle karşılayamamış olmasına rağmen tefecinin
yüksek faizinden çiftçiyi kurtarmıştır.
Osmanlı Bankası uluslararası finans çevrelerinin
koyduğu sermaye ile Osmanlı devletindeki gayri
milli unsurları temsil ederken, Ziraat Bankası milli
kaynaklarla yapılan bankacılık girişimlerinin ilkidir.
Bu sayede yerli tasarruflar iktisadi kalkınmaya
yönlendirildi. (21)
Savaş öncesinde ticarete katılma oranı %10’dan az
olan Türkler savaş yıllarında vagon tahsisi ve iktidar
partisinin milli şirketleri kayırması sayesinde
sermayelerini geliştirdiler. (22)
Kapitülasyonlar döneminde Osmanlı ülkesindeki
yabancı uyruklu kişi ve şirketlerle onların ortağı olan
azınlıkların ceza ve hukuk davalarına Osmanlı
mahkemeleri bakamıyor, yabancı devletin
konsoloslukları bakıyordu.
Osmanlı mahkemeleri yabancı bir katili, bir ırz
düşmanını bile tutuklayamaz, bunu konsolostan rica
ederlerdi.
1914 yılında Dünya Savaşı’na girerken İttihatçılar
kapitülasyonları kaldırarak yabancı şirketlerin vergi
imtiyazlarına son verdi ve beraberinde konsolosluk
mahkemelerini de kaldırdılar.
Ancak alınan bu kararlar tek taraflıdır ve Fransızlarla
farklı cephelerde olmamızın getirdiği doğal
sonuçtur. (23)
Fransızlar, tek taraflı olduğu için kapitülasyonların
kaldırılmasının hiçbir hukuki değerinin olmadığını
iddia etmişler ve bu sorun ancak Lozan Barış
görüşmeleri sırasında sert tartışmalar sonrasında
kesin olarak halledilebilmiştir.
Gazetelerde halkın anlayabildiği bir dil kullanılması
gerektiği üzerinde duran Ali Suavi, Arapça ve Farsça
dilbilgisi kurallarının kullanılmasına karşı çıkmış,
Osmanlıca’nın siyasi bir tabir olduğunu ileri sürerek
Türkçe yerine kullanılmasının doğru olmadığını
belirtmiştir. (24)
1870’e gelindiğinde Tıbbiye‘deki Fransızca eğitim
yerini Türkçe eğitime bırakmış, ancak teknik ve tıp
terimleri için Arapça kullanılmaya devam etmiştir.
Tüm bu çabalarının yanı sıra bazı zamansız
girişimlerde olmuştur.
‘Huruf-u Munfasıla‘ (Aralıklı Harfler) olarak da
bilinen diğer isimleriyle ‘Enverpaşa yazısı’ ya da
‘Ordu elifbası’, Enver Paşa’nın Türkçe’nin yazımı
kolaylaştırmak üzere Arap alfabesini gözden
geçirerek elde ettiği yazı sistemidir.
Sistem, Harbiye Nezareti’nin de katkısıyla Balkan
Savaşı’nda uygulamaya konulmuş ve uzun süre
kullanımda kalmıştır.
Bu sisteme göre, Arap alfabesinden farklı olarak
harflerin son biçimleri birbirine bağlanmadan
kullanılıyor ve sesli harfler de gösteriliyordu.
Enver Paşa 1917 yılında bu sistemi öğretmeye
yönelik ‘Elifba’ adlı bir okuma kitabı da hazırlatmıştı. (25)
Ruşen Eşref bu yazı sistemi ile ilgili Atatürk’ün
1918’deki görüşlerini şöyle aktarır:
“Bu iş, iyi niyetle yapılmış olmasına rağmen, yarım
yamalak ve zamansız yapılmıştır. Savaş zamanı,
harflerle uğraşılacak zaman mıdır?
Ne için?
Haberleşmeyi kolaylaştırmak için mi?
Bu sistem haberleşmeyi eski sisteme göre daha
yavaş ve daha güç kılmıştır. Hızın önem kazandığı
bir zamanda, işleri yavaşlatan ve insanların kafasını
karıştıran bu atılımın avantajı nedir?
Fakat madem bir işe başladınız, bari bunu doğru
dürüst yapacak cesareti gösteriniz” (26)
İlk defa 1876 Anayasasının 18.maddesinde resmi
dilin Türkçe olduğu ve devlete hizmet edecek
kişilerin Türkçe bilmeleri gerektiği belirtilmiş olup
bu madde 1908 Anayasasında da korunmuştur.
Fakat, 1921 Anayasasına gelindiğinde devlet
dilinden söz edilmemiştir. 1924 anayasasının 2.
maddesinde ise Türkiye devletinin resmi dilinin
Türkçe olduğu belirtilmiştir.
Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemlerinde Türkçülük Akımı  :
İttihatçıların savaşın sonu ile iktidarı terk etmesi
İttihat Terakki serüveninin sona erdiğini
düşündürmekle birlikte gerçekte bu son yeni bir
başlangıcı doğurdu.
Müdafaa-ı Hukuk ve ondan da Kurtuluş Savaşı
doğdu.
Mustafa Kemal Paşa  :
İttihatçılar eğer savaş kaybedilirse son savunma
stratejilerini Anadolu’dan bir yerden direnişi devam
ettirmeye dayandırdılar.
Talat Paşa‘nın Berlin’den örgüte “Mustafa Kemal’e
katılın” talimatı vermesinden sonra örgütün içinden
Kara Vasıf liderliğinde Karakol adıyla bir grubun
başlangıçta Milli Mücadele’ye sağladığı zoraki
destek esaslı bir kadro desteğine dönüştü.
Karakol örgütü, Harbiye Nezareti personel
dairesindeki bağlantıları sayesinde direnişçi
subayların Anadolu’ya atanmalarını, Anadolu’ya
silah ve cephane gönderilmesini, birçok ittihatçının
hapishanelerden kurtarılmasını sağladı.
Örgütün bu denli etkinliğini sağlayan gücü; gümrük
memurlarını, liman işçilerini ve Hamallar Loncasını
denetimi altında tutmasından kaynaklanıyordu. (27)
Bu, yetişmiş, iyi eğitimli kadro Milli Mücadele‘nin
kazanılmasında önemli yer tutmuştur.
İmparatorluğun çözülüş sürecinde içeriği ve sınırları
zaman zaman belirsizleşen Türkçülük akımı, Milli
Mücadele ve Lozan’dan sonra Anadolu Türk
milliyetçiliğine dönüşmüştür.
Bir ilke olarak, önce dönemin tek partisi olan
Cumhuriyet Halk Fırkası‘nın program ilkeleri
arasında sayılan milliyetçilik, 
*1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu,
*1928’de Halk Evleri’nin açılması,
*1928 Harf Devrimi,
*1931’de Türk Tarih-1932’de Türk Dil Kurumlarının
kurulması gibi birçok devrimde etkisini göstermiştir.
Atatürk, 14 Eylül 1931 günü bir sohbet sırasında
anlattığı hatırasıyla kendisinde milliyetçilik fikrinin
gelişmesini net bir şekilde şöyle dile getirmektedir:
“Bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve
etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana
getiren Türk’den başka milletlere arada yanlış bir din
anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri
gelenleri arasında bulunan ırkdaşlarının etkisiyle
Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan söz
edilirken ‘kavmi necip’ deyimi ile sıfatlandırılarak bu
duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin
sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci
planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyorduk.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un, ilk defa Manastır
Askerî İdadisinde öğrenci iken okuduğum
‘Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur’ mısrasıyla
başlayan manzumesinde, bana milli benliğimin
gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum.
Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde,
bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve
kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en
derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım
oldu.
Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği
başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören
eksiklik duygusuna kaptırmadım.” (28)
Nihal Atsız ve Turancılık Anlayışı  :
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Alman etkisiyle tekrar
alevlenen ve Nihal Atsız‘ın öncülük ettiği Turancılık
anlayışı 1944 yılında faşizm korkusuyla resmi
ideoloji tarafından yasaklanmıştır.
Nihal Atsız aleyhine açılan Irkçılık – Turancılık
davasının 3 Mayıs 1944 tarihli duruşmasından
sonra Ankara Nümayişi düzenlenmiş, bu gösteri
yürüyüşü sonrasında 165 kişi tutuklanmıştır.
Bir yıl sonra bu yürüyüşün yıl dönümünde Tophane
Askeri Cezaevi’nde Nihal Atsız, Alparslan Türkeş,
Zeki Velidi Togan, Necdet Sançar ve Reha Oğuz
Türkkan’ın da içinde bulunduğu 10 mahkum anma
günü düzenlemiş ve takip eden yıllarda da devam
eden bu toplantılar o günün Türkçülük Günü olarak
kutlanmasına önayak olmuştur.
1964’de Türkeş ve sekiz subay arkadaşı CKMP‘ye
katıldı. Bu parti Türkçü bir partiydi, fakat geniş
kitlelerle buluşamıyor ve oy alamıyordu.
Türkçü söylemlerle sadece üniversite öğrencilerinin
dikkatini çekebileceğini bilen Türkeş, köylü gençleri
de harekete çekmek için İslamcı söylemlere
yönelmeye başladı.
Olaylı 1969 kongresiyle Atsız ekibi tasfiye edildi ve
Atsız taraftarlarının;
“Sen git güvendiğin Araplara biat et!”
“Oy toplamak için Arap develerine bin!” protestoları
arasında Türkeş kongreyi kazandı.
Çıkışta Nihal Atsız, “MHP’de Allah, tanrıyı kovdu”
dedi.
Partinin isminden sembollerine kadar her şeyi
değişti.
Laik ve cumhuriyetçi Türkeş tarikatlara yakınlaştı,
utangaç bir Kemalist oldu. Türkçülük, Osmanlı
devletinin son döneminde doğmuş, cumhuriyet ile
dirilmiş, 1969 kongresinde ise öldürülmüştü. (29)
Sonuç  :
İşte size Türkçülüğün tarihsel evrimi.
Osmanlı entelektüellerinin dağılmayı önlemek için
sarıldığı düşünce akımlarını soğan katmanlarına
benzetecek olursak bunlar dıştan içe doğru; Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük’tür.
Ve tıpkı soğan tabakaları gibi en dıştaki katmandan
kolay vazgeçmişler, içe doğru gittikçe vazgeçiş
zorlaşmıştır.
Türkçülük ise soğanın cücüğüdür, vazgeçmek mümkün değildir.
Bunları bilseler, Osmanlı Ocakları üyesi baygın
bakışlı kardeşim hiç, “Affedersiniz! Ermeni dediler”
sözüne itibar eder mi?
Veya Ülkü Ocakları üyesi ceylan gözlü kardeşim
hem bozkurt işareti yapıp hem de tekbir getirir mi?
Ya da bir tarih profesörü çıkıp “dinsiz” CHP’den başkan seçtirtmemekle övünür mü?
Diyeceğim şu ki; Türkçülük ile Osmanlıcılık
birbirinden farklıdır.
Türkçülük, içinde ne Osmanlıcılığı ne de İslamcılığı barındırır.
Türkler bu görüşleri taa İttihat Terakki döneminde
terk ettiler.
Hatta daha ileri gideyim; yaptığı reformlarla Batıcılığı benimsediklerini gösterdiler.
Peki bunları ben bilirim de bir tarih profesörü bilmez mi?
Elbette bilir. Ama ah! O oy kaygısı yok mu, oy kaygısı…
İnsana babasını unutturur.
Ortalık da bir eliyle Rabia, diğer eliyle bozkurt işareti yaparak “Oluk oluk akan kanlarınızla duş alacağız” diyen kafası karışık maganda bozuntularına kalır.
Dipnotlar :
Orkun H., Türkçülüğün Tarihi, Berkalp Kitabevi, İstanbul, 1944, s.10
Turan V. ve diğerleri, Ortaöğretim Tarih 10.Sınıf, 5.Baskı, Başak Matbaacılık, Ankara, 2013, s.196
Budak A., International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/3, Summer 2012, p.663 – 681, Ankara – Turkey, Fransız Devriminin Osmanlı’ya Armağanı: Gazete Türk Basınının Doğuşu, çev. Ali Budak, Ankara, 2012, s.666
Akyol T., Rumeliye Elveda, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.190 – 194 (özetleyerek)
Akyol, a.g.e, s.215
Karpat K., Osmanlı Geçmişi ve Bugünün Türkiyesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004, s.26
Akın R., Osmanlı İmparatorluğu’nun Dağılma Devri ve Türkçülük Hareketi 1908 – 1918, Der Yayınevi, İstanbul, 2002, s.41 – 43 (özetleyerek)
Akın, a.g.e, s.20
Esther K., Rönesans Dönemi Avrupa Gezi Yazılarında Türk Miti ve Bunun Çöküşü, Tarih İncelemeleri Dergisi II, çev. Zeki Arıkan, İzmir, 1984, s.203
Akın, a.g.e, s.25
Aslan T., İttihadi Osmani’den Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi sayı 47, Ankara, 2008, s.82
Aslan, a.g.e, s.83
Aslan, a.g.e, s.81
Akın, a.g.e, s.54 – 55
Sağol G., Osmanlı Döneminde Dilde Sadeleşme, Osmanlı Kültür ve Sanat Dergisi sayı 9, Yeni Türkiye Yayınları, 2012, s.511
Akın, a.g.e, s.41
Akın, a.g.e, s.48
Kabacalı A., Talat Paşa’nın Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.57
Akın, a.g.e, s.215 – 216
Akın, a.g.e, s.100 – 105 (özetleyerek)
Akın, a.g.e, s.136 – 137
Akın, a.g.e, s.158
Akyol T., Bilinmeyen Lozan, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul, 2014, s.166
Sağol, a.g.e, s.508
Landau J., Atatürk ve Türkiye’nin Modernleşmesi, çev. Meral Alakuş, Sarmal Yayınları, İstanbul, 1999, s.53
Ünaydın R., Atatürk’ü Özleyiş – Hatıralar, Türkiye İş Bankası Yayını, Ankara, 1957, s.28 – 29
Akın, a.g.e, s.108 – 109
Kocatürk U., Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s.203
Yalçın S., “MHP’nin 40 yıldır bitmeyen derdi”, 23 Şubat 2008,
Yazar: Taner Erim -12 Temmuz 2016
****
Teşekkürler Taner Erim
Sağlıcakla Kal Yüce Türk Milleti'm.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?