
İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu, TBMM'deki grup toplantısında gündeme dair açıklama yaptı. Ayyüce Türkeş Taş'a yönelik saldırıya tepki göstererek "Valilik bir evladı korumak yerine Cumhur koalisyonunu korumayı tercih ettiyse devlet olma vasfını yitirmiştir" dedi.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM'deki grup toplantısında konuşma yaptı.
İYİ Parti lideri Dervişoğlu, Alparslan Türkeş'in kabrini ziyaret eden kızı Ayyüce Türkeş Taş'a yönelik yapılan saldırıya tepki göstererek "Alparslan Türkeş’in kabrinde yaşanan hadisede; Valilik ve emniyet 200 kişiyi oradan uzaklaştıramıyor, bir milletvekilini, bir kadını, bir evladı, merhumun aziz hatırasını korumak yerine, Cumhur koalisyonunu korumayı tercih ediyorsa, bunlar devlet olma vasfını yitirmişlerdir" ifadelerini kullandı.
İYİ Parti lideri Dervişoğlu'nun konuşmasından satır başları şöyle:
"Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece, bereketin ve bolluğun habercisi Hıdırellezdi.
Türk’ün huzuru, mutluluğu, egemenliği ve bağımsızlığının müjdesini 3 Mayıs günü verdik. O müjdeyi, her bir parlayan gözde gördük.
Geride bıraktığımız bir yıl için de gelecek yıllar için de bu güveni tazeledik.
"DAHA GÜÇLÜ BİR AZİMLE BU YOLDA ISRAR EDECEĞİZ"
Hatırlayın bu kürsüde “avazımız havada kalmaz” demiştim. Şükür ki kalmadı. Şimdi daha büyük bir inançla daha güçlü bir azimle bu yolda ısrar edeceğiz, bu sesi büyüteceğiz.
Kıymetli yol arkadaşlarım, bundan bir yıl önce, Genel Başkan sıfatıyla bu kürsüye çıktığım ilk grup toplantısında, yaptığım o konuşmanın üç ana başlığı, üç çağrısı vardı.
Hatırlamak ve hatırlatmak isterim. Çünkü unutmamak, yaşadıklarımızı normalleştirmemenin en önemli ve belki de tek yoludur.
İşte, o çağrıların ilki adaletti. O talebi ve belki de çığlığı, rahmetli Sinan Ateş’in katlemesinin ve adaletin tecelli etmeye niyet etmeyişinin, kalplerde ve vicdanlarda açtığı yaranın sızısıyla dile getirdim.
O günlerde tamamlanan soruşturmanın, adeta bir hatır senedine dönüştüğünü ifade ederek “ya adalet ya kıyamet” dedim.
Geçtiğimiz bir yılda, adalet namına neredeyse her gün, bir kıyamet daha koptu. Bizler kimini duyduk, kimini ise duyamadık.
Çaresiz bir kadının, tek başına bir çocuğun, kimsesiz bir yaşlının sessizliğidir bunlar.
Duyduğumuz çığlıklar ve isyanlarsa halen çınlamaktadır.
"TÜRKİYE, YOKSULLUĞUNU DAHİ KONUŞAMAZ HALE GELMİŞTİR"
Artık yoksulluğu, aylık enflasyonu dahi açıklandığında hatırlıyoruz. Türkiye, yoksulluğunu dahi konuşamaz hale gelmiştir.
Bu oranları dert edinip araştıranlar ve sorgulayanlar, “O rakamlar öyle değil; böyledir” diyenler dahi soruşturuluyor, hapse atılıyor.
Aylık enflasyon yüzde 3; yıllık ise yüzde 37 diyorlar. Ev fiyatları ise bir yılda yüzde, 70 artmış.
Sen neden bahsediyorsun?
Bir ayda 57 milyar dolar yaktılar “Tutuklamanın etkisi de birkaç günde geçti” diye masal anlatıyorlar.
Sen kime ne anlatıyorsun?
"FAKİRDEN TOPLADIĞINI FİNANS BARONLARINA VERİYORSUN"
Hazine ve Maliye Bakanı tahsildar Mehmet bey. Habire vergi topluyorsun.
Fakirden fukaradan topladığın vergileri götürüp finans baronlarına, dolar faizi diye ödüyorsun, sonra da ekonomi iyileşiyor diyorsun.
Sen milleti ahmak mı sanıyorsun?
"TARTIŞILAN MESELELER HANGİ YARAYA MERHEM?"
Bugün saray iktidarının hepimizi uğraştırdığı, oyaladığı gündemler, gece gündüz televizyonlarda tartışılan meseleler, hangi yaraya merhem, hangi derdimize dermandır?
Bize zehir olan, onlara ilaçtır!
Millete zerk ettiği “sözde Yeni anayasaydı”. “Hukuksuz, adaletsiz, üstelik ekmeksiz bir millete ‘Yeni anayasa’ demek ancak abesle iştigaldir.
Tekraren söylüyorum, ‘Ekmek bulamıyorsanız anayasa yiyin’ demektir.
Bizi, yine, Yeni Anayasa zokasıyla getirdiler. Sonra ne mi yaptılar? Kayyım siyasetine başladılar.
Bizlere Demokrasi dersleri verirken, o gün canları hangi belediyeyi istiyorsa, gözlerine hangi ili, ilçeyi kestirdilerse oraya kayyım atadılar.
Bunu yaparken terörü bahane ettiler, sonunda teröristbaşına el uzattılar. Demokrasi dediler, hatta iki gün önce de “Terörsüz Türkiye ile demokrasimiz üzerindeki siyasi tansiyon kalkacak” diye buyurdular.
"CUMHURİYETE KASTEDİLEN YERDE, ÖNCE DEMOKRASİ ÖLMÜŞTÜR"
Ben size işin doğrusunu söyleyeyim:
Demokrasimiz üzerinde bir tansiyon problemi yoktur. Çünkü demokrasimizin nabzı yoktur. Hasta kaybedilmiştir. Neden biliyor musunuz?
Ben söyleyeyim, çünkü, Cumhuriyete kastedilen yerde, önce demokrasi ölmüştür. Çünkü, Cübbelere düğme dikilen yerde, önce adalet ölmüştür.
Arkadaşlar,
Türkiye’yi 23 yıldır yönetenler, sadece demokrasimizi yıkmadılar, hudutlarımızı yıkmadılar.
Anayasamızı yıkmadılar. Vicdan duvarlarını da yıktılar. Sadece ormanları kesmediler, fikir ve irfan damarlarımızı da kestiler, sadece dereleri, tarlaları kurutmadılar, ahlakı da kuruttular.
Yerleştikleri bataklığı böyle yarattılar.
Evet, bu kuruyan yerde ise bugün bataklık vardır:
Bugün bir şehit cenazesi alt yazıyla geçiştiriliyorsa.
Ve aynı anda başka bir cenazede Terörist başının çağrısı okunuyorsa.
O çürümüşlüğü tedavi edecek şey bellidir:
Bir tercihte bulunmak!
"KİMSE BİZDEN ÖLÜNÜN ARKASINDAN İLERİ GERİ KONUŞMAK BEKLEMESİN"
Altını çizmek isterim, biz herkesin yüzüne, herkese açıktan konuşanlarız. Kamera önünde ve arkasında başka pozumuz yoktur.
Ve bunları söylerken, kimse benden, bizden, ölünün arkasından ileri geri konuşmak da beklemesin.
Ben neysem oyum, neyi temsil ediyorsam, onu dile getirmekle mükellefim.
Bize tanımadığımız bir cenazenin geçişinde bile saygıyla durmayı öğrettiler.
Peygamber efendimizin “ölülerinizi hayırla yad ediniz” tembihi de, bu mükellefiyetin ve örfümüzün gereğidir.
Ancak hayırla yad etmek demek, hayırla anılamayacak eylemleri de bir ölünün arkasına saklanarak, geçer akçe sayacağız, demek değildir.
İnsana nezaket ve saygı, öncelikli tavrımızdır.
İkinci sırada, vatandaş olmak gelir. Hak ve hukuk bakımından eşitiz sayarım.
Üçüncüsü ise fikirler düzlemidir ki, bizim mücadele alanımız budur.
Arzu ettiğimiz siyaset, demokrasi ve Türkiye özlemi budur.
"TÜRKİYE’NİN DOSTLARININ DEĞİL, ERDOĞAN’IN DOSTLARININ İSİMLERİ"
Geçtiğimiz haftalarda bu kürsüden, Trump, Netanyahu ve Erdoğan’ın aynı fotoğraf karesinde işbirliği pozları vermesi yakındır demiştim.
Bunlar bölgede barışın değil, Türkiye’nin yalnızlığının göstergeleridir.
Türkiye’nin dostlarının değil, Erdoğan’ın dostlarının isimleridir. Soruları hazırdır, ABD başkanıyla Dünya liderimiz görüşüyor, görüşmesin mi?
Görüşsünler tabi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri, iki “eşit egemen” devlet olarak görüşsünler.
Sorun, “Rahip Bronson’u derhal gönder dedim, o da gönderdi” diyen, “Yap” denilince yapan; “Sus” denilince susan bir tabiyettedir.
"BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİ TÜRKEŞ’İN KABRİNİ ZİYARET EDEMEYECEK ÖYLE Mİ?"
Üzülerek ve acıyarak görüyorum ki, iktidar pozunu verenler, bu ferasetin yakınından bile geçmemektedirler.
Bir evlat, babasının mezarını ziyaret edemeyecek öyle mi? Ankara’nın ortasında, merkezinde, herkesin gözü önünde, Bir Türk Milliyetçisi, Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in kabrini ziyaret edemeyecek öyle mi?
Bu girişim Alparslan Türkeş ile Türk Milliyetçileri'ni ayırma hamlesidir.
"NE HİKMETSE, BİR PARTİ GENEL BAŞKANINA DENK GELİYOR VE SALDIRIYOR"
Yahut Ana muhalefet partisi genel başkanı, fiziki bir saldırının hedefi olacak; Üstelik yüzlerce kişinin, onlarca gazetecinin önünde bu gerçekleşebilecek öyle mi?
Biz bu aşamaya mı geldik? Sizin maksadınız nedir?
Bir cani, hem de bir evlat katili, infaz yasasından faydalanmış aramızda dolaşıyor.
Canlı yayında, kameraların önünde, ne hikmetse, bir parti genel başkanına denk geliyor ve saldırıyor.
Anayasa’nın her yurttaşa tanıdığı siyaset yapma hakkına yönelen hiçbir saldırı basit bir adli vaka değildir.
Bu sıradan bir cebri fiil değildir. Bu, doğrudan doğruya anayasal düzene, demokratik hayatımıza ve Cumhuriyet’in temel ilkelerine yönelik bir tehdittir.
Bir milletvekiline, bir il başkanına, bir siyasi parti liderine yönelen saldırı; Sadece bir kişiye değil, bir hakka, bir kuruma, bir rejime yönelmiş demektir! “Sana siyaset yaptırmayacağım” demektir!
"BİR EVLADI KORUMAK YERİNE, CUMHUR KOALİSYONUNU KORUMAYI TERCİH EDİYOR"
Alparslan Türkeş’in kabrinde yaşanan hadisede; Valilik ve emniyet 200 kişiyi oradan uzaklaştıramıyor, bir milletvekilini, bir kadını, bir evladı, merhumun aziz hatırasını korumak yerine, Cumhur koalisyonunu korumayı tercih ediyorsa, bunlar devlet olma vasfını yitirmişlerdir.
Bir gün öyle bir nokta gelir ki, kriz, kaosa döner. İşte orada anarşi doğar.
Ve değil sarayınız, hiçbir istibdat bununla hayatta kalamaz.
Siyaset meşru bir kavgadır, mücadeledir. Ancak o mücadelenin neticesi bir müzakeredir.
Müzakere de vatanın, milletin ve devletin selameti içindir. Aksi olursa, herkes için acı sonuçlar doğacaktır.
Bunun örneği, Türkiye’yi 1970’lerden 1980’e getiren süreçtir. 1980 yılına giderken, Türkiye için kavga etmek yerine, birbiriyle kavga etmeye yönlendirilmiş yüzbinlerdik.
Doğrudur, kavga ettik. Ama en öfkeli zamanlarımızda dahi, kimse kimseye, “yetim hakkı yiyor” diyememiştir. Namussuzdur dememiştir.
Ama bugün herkes bir yeri parselliyor. Milletin her değerini kendi malı belliyor. Bizim itirazımız bunadır.
"ÖRNEĞİNE AZ RASTLANIR ŞEKİLDE DEĞİŞİM VE YENİLENME İRADESİ SERGİLEDİK"
Bir yıl önce yaptığım konuşmanın Üçüncü çağrısı,
Tüm Milletimize, seçmenlerimize, geçmişte partimize emek vermiş, alın teri akıtmış ama o ya da bu sebeple gücenmiş, dava ve yol arkadaşlarımızaydı.
Gelin hep birlikte “mavi göğü çadır, güneşi bayrak” eyleyelim demiştim.
Bugün İyi Parti, Türkiye’de örneğine pek az rastlanır şekilde değişim ve yenilenme iradesi sergilemiş, bunda sebat göstermiştir.
Bu sebatın sonunda da Türk Milletine karşı vazifesini yerine getirerek, onu kuran iradenin ve gerekliliğin hedef koyduğu gibi muhakkak iktidara gelecektir."