USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Yiğit bir Kur’ân hizmetkârı

05-04-2021

1924 yılından itibaren ülkemizde çok tuhaf gelişmeler oldu. Bir parti ülke idaresini bütünüyle ele geçirdi ve tarihte emsali görülmedik icraatlara girişti. Biz burada o icraatlardan bahsedecek değiliz. Yapılanları en başta 12 ciltlik “Yakın Tarih Ansiklopedisi” ile ve pek çok kitaplarımızla anlatmaya çalıştık. Biz şimdi asıl konumuza dönelim. Bediüzzaman’a bakalım.

Bediüzzaman Hazretleri, 1925 yılı ortalarında pek çok İslâm âlimi ve tanınmış şahsiyetler gibi sürgün edildi. İlk önce Van’dan Burdur’a, oradan Barla’ya gönderildi. İşte bu sürgün mahallinde Bediüzzaman için yeni bir hayat devresi başladı. O, geceli gündüzlü, Kur’an-ı Azimüşşân’ın imana taalluk eden âyet-i kerimelerini tefsir etmeye başladı. Telif edilen eserler, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yediden yetmişe, çocuk, kadın, ihtiyar vatan evladları tarafından Kur’an harfleriyle, yani Osmanlıca olarak çoğaltılıyordu. Dünyada emsali görülmeyen bir “basım-yayım-dağıtım” safhası başlamıştı. Yazılan bu eserler “Nur Postacıları” denilen fedakârlar tarafından Bediüzzaman’a getiriliyor, o da bu eserleri hiç üşenmeden ve kendisine en birinci vazife bilerek tashih ediyordu. Bediüzzaman, 1960’ta vefat edinceye kadar eserlerine “parmak karıştırmamaya” çok dikkat etti. Tâ ki Latince baskılara geçilinceye kadar. Bu konuya ilerde temas edeceğiz.

Allahu Teâlâ’yı, isimleriyle, sıfatlarıyla, ef’aliyle tanıtan, azâmetine, kudretine dikkat çekilen, öldükten sonra dirilmeyi iki kere iki dört eder derecesinde ispat eden, Peygamber Efendimiz’in (asm) mu’cizelerini ve nübüvvet esaslarını, İslâm’ın temel esaslarını anlatan ve îzah eden bu eserler Anadolu’da çok büyük ilgi görmüş ve Müslüman halk tarafından sevgi ile kucaklanmıştı. O sırada rejimi ellerinde bulunduranlar bu durumdan müthiş rahatsız olmaktaydı. Derken Bediüzzaman için çile dolu sürgün yıllarına ilaveten hapislik yılları başladı.

Bediüzzaman 27 Nisan 1935’te tevkif edildi ve talebeleri ile birlikte Eskişehir hapishanesine konuldu. 27 Mart 1936’da tahliye edildikten sonra Kastamonu’ya sürgün edildi. Sürgün dedikse, bu Bediüzzaman’ın sürgün hayatı diğer sürgünlerden çok farklıydı. Kaldığı yerler karakolun karşısında idi ve kapıda nöbetçiler vardı. Hiç kimse ile görüştürülmüyordu. 20 Eylül 1943’te bir kere daha tevkif edildi. Kastamonu’dan Ankara’ya götürüldü. Oradan da trenle Isparta’ya, buradan da Denizli’ye sevk edildi. (25 Ekim 1943)

Denizli hapishanesinde, enteresan muâmeleler görüldü. Bediüzzaman’ın koğuşuna kâğıt-kalem sokulmamasına çok dikkat edildi. Bu İslâm âlimi çok şiddetli kış günlerinde sobasız, camları kırık koğuşta yalnız başına bırakıldı. 16 Haziran 1944’teki duruşmada beraat etti. Ancak yine yakası bırakılmadı. 30 Temmuz 1944’te Denizli’den emniyet mensuplarının nezaretinde Emirdağ’a götürüldü. Yine göz hapsindeydi. Dışarıda serbestçe dolaşması, yanına ziyaretçi gelmesi yasaktı. Bediüzzaman’a yapılanlar bunlardan ibaret değildi. Hayatı boyunca tam 29 defa zehirlenmişti. Bu zehirlerden en korkuncu Denizli hapsinde yapılmıştı. Aşı bahanesiyle vücuduna öldürücü zehir şırınga edilmişti. Bu zehrin tesirini ve acısını hayatı boyunca hissedecekti. Zehirlenmekten ayrı, Bediüzzaman’a defalarca suikast tertiplenmiş, çok nâdir olarak izinli olarak kırlara gittiğinde arkasından kurşun sıkılmıştı. Bediüzzaman’ın camiye gitmesine de izin verilmiyordu. Ankara Valisi Nevzat Tandoğan başta olmak üzere birçok görevli sarığına ilişmek istemiş ancak Bediüzzaman’ın, “Bu sarık, bu başla birlikte çıkar!” çıkışı üzerine fazla ileri gitmeye cesaret edememişlerdi.

Bediüzzaman 17 Ocak 1948’de Emirdağlı 15 talebesi ile birlikte tevkif edilerek Afyon’a götürüldü ve 23 Ocak 1948’de de burada cezaevine konuldu. Burada da diğer cezaevlerinde olduğu gibi, 60 kişilik koğuşa tek başına konuldu. Kışın pencerelerin birkaç milim buz tuttuğu o şiddetli soğukta tek başına ve perişan vaziyette o koğuşta tutuldu. 20 Eylül 1949’da Afyon hapishanesinden tahliye edildi, ancak serbest bırakılmadı. Polis nezaretinde Afyon’da bir eve yerleştirildi, daha sonra 2 Aralık 1949’da yine polis nezaretinde Emirdağ’a getirildi. O arada siyasî iktidar değişikliği oldu. 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara geldi. Ancak Bediüzzaman’ın çile dolu hayatında bir değişiklik olmadı. O yine sürgündü. Yine göz hapsindeydi. Yine bir yerden bir yere gitmesi yasaktı. Yine eserleri üzerinde ağır ambargo vardı. (Bu konu, ümmetin her ferdini alâkadar ettiği için az daha sabır…)

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?