USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

YALNIZLIK

15-02-2021

Şöyle bir alışkanlık edindim kendime, iş edindim desem daha yerinde olur. Ancak bu işten para kazanmıyorsun, oyalanıyorsun kendince aylak aylak takılıyorsun.

İşin adı ‘ses çözümlemesi’. Bu işin uzmanları vardır mutlaka. Benimkisi amatörce, gönüllülük esaslı!

O an ki ruh halime göre; Duyduğum sesin tınısına, kelimelerin vurgusuna, çıkış hızına, boğazdan dile gelişine, dilden dökülüşüne, havada asılı kalışına, kulakta duyuluşuna ve sonra kaybolup gidişine kadar geçen süreyi inceliyorum. Hımm diyorum içimden; Bu ses keyifli, sıkıntılı, kuruntulu, kalabalık, yalnız, cesur, korkak, yalancı, doğrucu, içten, öfkeli, sıcak, soğuk...

Böyle değerlendirmeler yapıyorum. Sesin o anki ruh halini, dokusunu, istekliliğini çözmeye çalışıyorum. ”Eee ne var bunda, biz de yapıyoruz bunu, bu da iş mi?” diyorsanız. Önce şu cümlemi bitireyim: İnsan belli yaşanmışlık süresinden sonra kendine iş çıkarıyor. Seslere takılıyor, bakışlara takılıyor, ellere, yürüyüşlere takılıyor. Buna da ‘yalnızlık’ deniyor galiba.

Gelelim yazı konusuna. Bir kaç gün önce televizyonda bir filme takılmış izlemekle izlememek arasında gidip geliyorduk. Aycan aradı, tam adını veriyorum: İbrahim Halil Aycan. Sesinde bir ‘yalnızlık’ vardı.

Siz onu tanımazsınız, belki de şairliğinden tanırsınız. Kendisi söz işçisidir, bir emekçi. Kelimeleri alır, yan yana getirir; Aralarına bağlaç ekler, noktalar virgüller. ’Tuğla tuğla’ örer, ‘kozasını’:

Ben bu şehrin göbeğine
günebakan ekmişim,
Her güneşin batışında
Oturup ağlamışım” gibi...

Ben onu gezdiği sokaklardan, caddelerden, caddelere ektiği günebakan çekirdeğinden, oturduğu bekar evinden, o bekar evinde yuvarlanan kadehlerden, tartışılan sanat edebiyat konularından, aşklardan, şiirlerden, söylediği türkülerden, ülkemizi kurtardığımız sorunlardan tanırım.

En son evini ‘Aycan sanat ve kültür merkezine’ dönüştürecektik, sorarım size kurduğunuz kaç hayali gerçekleştirdiniz. Bizim ki de kurulduğu ile kaldı! O da evlendi ‘göçtü’ evinden.

Çok görüşemediğimiz halde biliriz ki, eski Antep evlerinin bulunduğu sokaktaki bekar evinin daracık merdivenlerini çıkarken ki gibi birbirimizin seslerinden tırmanırız binbir zahmetle inşa ettiğimiz ‘Yalnızlık Kulelerimize’.

İşte o Aycan, geçen akşamların birinde beni aradı. İzlediğim filmden kurtulmanın sevinci ile açtım telefonu. Onun sesinde, gecenin geç saatinde aramış olmasının vermiş olduğu sıkıntı ve ‘yalnızlık’ vardı, sesimdeki sevinci duyunca rahatladı. ”Nasılsın dostum” diye başladı konuşmaya. Anlattı anlattı anlattı. Şimdi sen anlat dedi. Telefonu kapatıyorum, şimdi yazıya dökmeliyim bu konuşmayı, seni yarın ararım dedim.

O telefon konuşmasının son diyaloğu şöyleydi: ”Yalnızlıktan yoruldum” dedi.

Onun söylediği yalnızlıktan neyi kastettiğini anlıyordum. Kelimelerin anlatmaya yetmeyeceği bir yalnızlıktı onunkisi.

Ben dedim ki, yanılıyorsun ‘İçin’ o kadar kalabalık ki seni o kalabalık yormuştur.

O dedi ki “haklısın içimdeki kalabalık beni yalnızlığa itti.”

İşte dedim bu itiliş esnasında ‘harcadığın emek’ ve geçen zaman senin yorgunluğun. Bu yorgunluk geçmez, buna hayat deniyor. Yalnızlık hediyesi!

Sözün sonu: Yalnızlıklarımızın kıymetini bilelim, onlar ki onca kalabalıklardan arta kalandır. Ve bizimdir, kimsenin almaya ‘gücü’ yetmez!

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?