USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Şehitlerimizin ve Gazilerimizin Yüzüne Nasıl Bakacağız?

28-10-2022

Bugünlerde ve bugünden sonra ülke gündemi seçimle, bilhassa Cumhurbaşkanlığı seçimi ile meşgul edilecek. Bana göre bu öyle büyütülecek ve gündemi bütünüyle meşgul edecek bir konu değil. Mevcut sistem içerisinde yönetime tâlip olacak binlerce isim çıkabilir. Devlet mekanizması zaten çalışmakta. Bazı kurumlar yüzlerce yıllık devlet geleneği mîrasına sahip. Dolayısıyla bu devlet sahipsiz değil.

“Cumhurbaşkanı adayı nasıl olmalı?” sorusunu bir cümle ile özetleyip asıl konumuza geçelim. Cumhurbaşkanı adayı; şefkatli olmalı, adâletli olmalı, 80 milyonu samimiyetle kucaklamalı, devleti idare edecek sıhhate, bilgiye ve mahârete sahip olmalı, halkın inanç yapısına göre hareket etmeli, tarih bilmeli, ülkelerin hepsi hakkında sağlam bilgi sahibi olmalı. Gerisi zaten gelir. Devletin bütün memurları vatanperverdir. “At sahibine göre kişner” demişler. Vasıflı birini başlarında gördüklerinde daha da gayretle vazifelerini yaparlar.

Beni asıl düşündüren ve kocatan konu şu: Bu ülkede, şehitlerimizin ve gâzilerimizin emaneti ve mîrası niçin gündeme getirilmiyor? Yaklaşık yüz yıl önce milletçe büyük bir mücadele vermiştik. Yurdumuzun dört bir yanına düşmanlar üşüşmüştü. Cihad farz-ı ayn olmuştu. Dedeler, nineler, analar, bacılar, çocuklar bu cihada iştirak etti. “Kurtuluş Savaşı”nın o devirdeki ismi “İstiklâl Mücâhedesi” idi. Yegâne gâye, bin yıllık İslâm diyarını küffârdan temizlemek, Kur’an-ı Kerim’i baş tacı edip, şanlı bayrağı dalgalandırıp hür bir şekilde yaşamaktı. O devirdeki konuşmalara bakınız. TBMM’nin açılış merasimine ve sonraki günlerde Meclis’teki konuşmalara bakınız. 1921 Anayasası’na bakınız. Yarın Cumhuriyet’in yüzüncü yılı, peki Cumhuriyet’in ilan edildiği günkü Anayasa’ya ve daha sonraki 1924 Anayasası’na bakınız. O şehit ve gâzi ecdâdın ruhunun, inancının yansımalarını görürsünüz. Biz “Yakın Tarih Kitaplarının” birincisinde, “Türkiye Cumhuriyeti İslam Devleti Olarak Kuruldu” başlığı ile bu konuyu belgeleriyle işledik. Tekrara girmemek için yalnızda 1921 ve 1924 anayasalarının birer maddesini iktibas edeceğiz.

1921 Anayasası Madde 7: “Ahkâmı Şer’iyenin tenfizi [İslâm’ın hükümlerinin uygulanması], umum kavâninin vaz’ı, tadili, feshi ve muâhede ve sulh akdi ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuk-u esasiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kavânin [kanunlar] ve nizamat tanziminde muâmelat-ı nâsa erfak [insanlarla muâmelelere yumuşaklıkla] ve ihtiyac-ı zamana evfak [zamanın ihtiyaçlarına uygun] ahkâm-ı fıkhiye ve hukukiye ile âdâb ve muâmelât esas ittihaz kılınır. Heyet-i vekilinin [bakanlar kurulunun] vazife ve mesuliyeti kanunu mahsus ile [özel kanunla] tayin edilir.” (Prof. Dr. Suna Kili- Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük. Türk Anayasa Metinleri, s. 92)

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edildiği 364 no’lu kanunun 2. Maddesi şöyledir: “Türkiye Devleti’nin dini, dini İslâmdır. Resmî lisanı Türkçedir.” (a.g.e., s. 103)

Bu madde 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi’nde aynen yer almıştır. Yalnızca “makarrıı Ankara şehridir” cümlesi ilave edilmiştir. (a.g.e., s. 111)

Bu iki Anayasa (1921 ve 1924) şehitlerimizin ve gâzilerimizin hatıralarını aksettirmektedir. Ülkemizin “meşrû” anayasalarıdır. Sonraki anayasalar (1961 ve 1982 anayasaları) darbe ürünleridir. Darbe yapmak ise suçtur. Dolayısıyla darbe ürünü anayasalar da hukuken keenlem yekün sayılmalıdır. Bilindiği gibi 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar yargılanmış, rütbeleri generallikten erliğe düşürülmüş ve ağırlaştırılmış müebbed hapis cezası almışlardır. Dâvâ dosyaları Yargıtay’da iken darbeciler vefat etmiş, dolayısıyla dâvâ düşmüştü. Tuhaftır ki darbenin ürünü olan anayasa halen mer’iyyettedir ve yıllardan beri değiştirilmesinin yalnızca edebiyatı yapılmaktadır.

Cumhuriyetin ilanının 100. yılında, ben de nâçizâne bu ülkenin bütün âkillerini, şehitlerimizin ve gâzilerimizin hatıralarına ve mîraslarına sahip çıkmaya, bu konu üzerinde derinlemesine düşünmeye dâvet ediyorum. Ülkemiz yaklaşık 62 yıldır darbe anayasaları ile yönetiliyor. İşte netice orta yerde. Yeni yetişen neslin durumu meydanda. Peki yarın rûz-u mahşerde şehitlerimizin ve gâzilerimizin, o kahraman ecdâdımızın yüzüne nasıl bakacağız? Onlar cennete giderken, arkalarından melül melül bakacak milyonlarca torunlarını görünce bizlere ne diyecekler? “Emanetimize niçin sahip çıkmadınız?” demeyecekler mi?

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?