USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Ne zaman “bizim gibi” olacağız?

29-07-2019

Yaklaşık yüz elli yıldır, “Onlar gibi” olmaya çalışıyoruz. Biz onlar gibi olmaya çalıştıkça yavaş yavaş her şeyimiz, “Onların” oldu. Bu bir planın, bir projenin parçası mıydı? Lütfen düşünelim…

Bu “makûs hikâye”yi anlatmaya nereden başlasak? Birinci Meşrutiyet’ten (1876) mi, İkinci Meşrutiyet’ten (1908) mi, Lozan Antlaşması’ndan (24 Temmuz 1923) mı, Tek Parti- Tek Şef Devri’nden (1923-1950) mi, Yaklaşık on yıl aralıklarla gelen darbelerden (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 17-25 Aralık 2013, 15 Temmuz 2016) mi, ya da “Onlar”ın baskılarına boyun eğen politikacılardan ve siyasî iktidarlardan mı? “Onlar”ın hık deyicisi medyadan mı?...

Hikâyeye nereden başlarsak başlayalım, tablo ortada: İnsanlarımız kılık kıyafetleriyle onlara benzemiş. Hukuk sistemi bütünüyle “Onlara” göre dizayn edilmiş. Eğitim sistemi Fullbright Eğitim Komisyonu’na teslim edilmiş. Ekonomi, faiz canavarının pençesine terk edilmiş. Üretim durdurulmuş, öldürülmüş. Fabrikalar satılmış, kapatılmış. Dış politikada onların ağzına, gözünün içine bakar olmuşuz.

Sözün özü 150 yıldır hep onların keyfine göre hareket etmişiz. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, son 17 senede çıkarılan kanunlara, yayınlanan tüzüklere, kararnamelere bakınız. Diyebiliriz ki bunların yüzde 80’i ya AB’nin bizi aralarına almaları için çıkarılan “uyum yasaları”, ya NATO üyesi olduğumuz için alınan kararlar, ya “stratejik müttefikimiz” ABD’nin isteklerine uygun düzenlemeler (Körfez Savaşı sırasında ve sonrasında alınan kararlar gibi)…

Bu arada olan, komşularımıza, Müslüman kardeşlerimize, bizim ülkemizde binlerce aileye olmuş, onlara ne… Onların umurunda mı?..

Bu hikâyeyi teferruatıyla anlatsak, sütunlar yetmez. “Arif olana bir işaret yeter” diyerek, muhterem okuyucularımızın irfanına, ferasetine havale ederek, hikâyeyi kısa kesiyoruz.

150 yıllık tablo ortada. Onların paşa gönlünü kazanmak için yaptıklarımız da… Bu zaman zarfında on binlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca şehit vermişiz. (Sadece Birinci Dünya Savaşı’nda 1,5 milyon şehit vermişiz, bir o kadar da yaralımız var.) Sonraki devrelerde onların başımıza açtığı terör belâsı yüzünden verilen şehitler de ayrı… İnsanlarımızın terör belası yüzünden çektikleri sıkıntılar ayrı… Yahu hangi birini sayalım… Biz onlardan zerre kadar “gerçek dostluk”, zerre kadar “iyilik”, zerre kadar “menfaat” görmedik. Onların yüzünden devamlı kaybettik, devamlı sancılandık, devamlı sıkıntı çektik. El’an da durum aynı… “Düşün yakamızdan!” desek de düşmüyorlar. Nasreddin Hocamızın başına gelen gibi. Hocamızın oğlu, “Baba bir hırsız tuttum!” demiş. “Getir oğlum!” demiş. Oğlu, “Baba gelmiyor!” demiş. “Bırak gitsin!” demiş. “Baba gitmiyor!” demiş. İşte buna “yavuz hırsız” denir…

Eğer düşünme melekemizi bütünüyle yitirmemişsek, şunun bunun cebine koymamışsak, başımızda bir tutam akıl kalmışsa, o aklı, onun bunun cebine koymak yerine başımıza koyup, düşünelim: Nedir bu başımıza gelenler? Neden hep, “Onlar” kazanıyor? Neden hep, “Onların” dediği oluyor? Bu vatan bizim. 1071’den beri bizim. Her karışında şehitlerimizin kanı var. Her zerresinde atalarımızın alın teri var. Biz de biliyoruz, onlar da çok iyi biliyor ki, bu ülke insanlarını ferah fahur yaşatacak maddî ve manevî değerlerimiz var. Onlar diyor ki ya da hâl ve hareketleriyle demek istiyorlar ki; “Bunları size yedirmeyiz! Tıpkı Ortadoğu’da birçok ülkeye yaptığımız gibi yaparız! Siz boğaz tokluğuna yaşamaya razı olun, bizim her dediğimizi kabullenin! O kendinize ait değerleri unutun!”

Onların unuttuğu, ya da işlerine gelmediği için hatırlamak istemedikleri gerçek ise şu: Bizler müminiz, muvahhidiz, Müslüman’ız! Biz esareti, köleliği, hod be hod emir buyurmayı, zorbalığı, zulmü kabullenmeyiz. Onların kurduğu bu “zulüm çarkına” tükürmesini de biliriz. Bu ne zaman olur? “Biz gibi” olduğumuz zaman. O ne zaman? İşte hikâyenin en meraklı, en heyecanlı yeri de burası…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?