USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Konumuz millîlik

18-01-2021

Her İşin Başı Sağlık

Kanunî Sultan Süleyman, “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diyor. [Halkın gözünde devlet (iktidar) gibi değerli bir şey yok / Hâlbuki şu dünyada bir nefes sıhhat gibi devlet (güç) olamaz.] Halkımız da bu veciz ifadelerden daha veciz olarak, “Her işin başı sağlık” diyerek konuyu bir cümlede özetliyor.

Allah-u Teâlâ’nın verdiği en büyük nimet “akıl sağlığı”, ondan sonra iman, ondan sonra vücut sağlığı ve diğer nimetler gelir. Akıl, ruh, vücut sağlığı, en büyük nimettir ve insanın bu dünyada maddî-manevî huzur bulması da bu sağlık nevine bağlıdır. İnsanın sağlığı bozuk olunca ibadetlerden de lezzet alamaz, işlerini doğru dürüst yapamaz. Onun için atalarımız, “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” demiştir.

Bir devletin aslî görevlerinden biri de vatandaşlarının sağlığını korumak, şayet hastalanırsa ona sağlık hizmeti sunmaktır. Önce bir tespitte bulunalım: Nicedir, dünyada sağlık konusunu bir geçim metaı ve muazzam kazanç elde edilebilecek bir “iş kolu” olarak gören canavarlar türemiştir. Bu “canavar insanlar”  hastalık üretmeye başladılar. Hastalık üretmek için insanların yiyeceklerine müdahale ettiler. GDO’lu ürünlerle onların vücut metabolizmalarını bozdular. Sağlıklı gıda tüketmelerinin önünü kestiler. Merhum Prof. Oktay Sinanoğlu bu “şeytanî planı” şöyle açıklamıştı: “Bize önce tohum verdiler. Tohumlar böcekleri çekti. Bu sefer böcek ilaçları sattılar bize. Böcek ilaçları hastalıklara neden oldu. Bu sefer insanlara ilaç sattılar. Tohum satan, tarım ilacı satan, insanlara ilaç satan, aynı firma…”

Günümüzde devlet ve özel sektör habire hastane yapıyor. Dev hastaneler. Allah razı olsun, Allah eksikliğini vermesin de eskiden hastalığın bu kadar yaygın olmadığı unutuluyor. Karaca dedem 90 yaşında vefat etti. Şahsen ben dedemin bir defa bile hastaneye gittiğini, hatta doktora gittiğini hatırlamam. Şimdi hafızamı yokluyorum ve dedemin yediklerine bakıyorum. Bu sağlıklı oluşun temel sebebinin “sağlıklı beslenme” olduğunu görüyorum. Ne gibi? Hatırımda kaldığı kadarıyla sıralayayım: Dedem, son derece sade yerdi. Yedikleri hep günümüz tabiriyle “organik” gıdalardı. Meselâ yemeklerde tereyağı kullanılırdı. Dedem, “Oğlum şu (…) katı yağı evinize sokmayın. Bunlar tohumunuzu düşürür, sizleri kısır yapar!” derdi. Ninem rahmetli o tereyağı ile bir şehriyeli bulgur pilavı yapardı, parmaklarınızı yerdiniz. Bütün Ramazan boyunca sahurda tereyağıyla pişmiş şehriyeli bulgur pilavı yerdik. Yanında da üzüm hoşafı olurdu. Dedem arıcılık da yapmıştı, balın hasını iyi bilirdi. Bu bakımdan evimizde bal, helva, pekmez, kuru üzüm, incir, ceviz, pestil, sucuk (üzüm ve cevizden mamul olan) eksik olmazdı. Bunu hem misafirlere ikram ederdik, hem biz çocuklar yerdik. Öyle abur cubur yemezdik. Dedem 80 küsur yaşına kadar çalıştı. Yazları ben de yanında çalışırdım. Öğünümüz şuydu: Sabah namazını kıldıktan sonra Şire Hanı’na giderdik. Taze Antep peyniri alırdık. Yanına sıcacık pide ve çay. Kahvaltımız buydu. Öğle yemeği olarak kavun, karpuz, domates, salatalık, üzüm ve yine sıcacık tırnaklı ekmekten ibaret menü bize kâfi gelirdi. Bazen “sögürme” dediğimiz, fırında patlıcan közlemesi yaptırırdık. Akşam yemeğini evde yerdik ve bu yemeğimiz de bütünüyle organik ve sade olurdu.

Ev halkının da doktora, hastaneye gittiğini hatırlamam. Anam rahmetli, “halk hekimi” gibiydi. Göbeği düşenlerin göbeğini çekip yerine oturttururdu. Bir defa başımı çeviremez, yerimden kalkamaz hale gelmiştim. Namazları oturarak kılıyordum. Anam rahmetli gazete kâğıtlarını yakıp bardağın içerisine koydu, sırtıma bu bardaklardan çekti. O rahatsızlık geçip gitti. Bakkaldan abur cubur alıp yediğimizde karnımız ağrırdı. O vakit de bize “per yavşanı” içirirdi. Ağrımız giderdi. Bağırsak tembelliğine karşı zeytinyağı içirilir, incir, kuru kayısı yedirilirdi. İlaç milaç bilmezdik.

Tıp fakültelerinde bu “halk hekimliği” ve tedavi metotları niçin okutulmuyor? Bu konu niçin araştırılmıyor? Bitkilerle tedaviyi Çin kullanıyor. Hâlbuki o işin uzmanları bizim atalarımızdı. Günümüzde kullanılan ilaçların yığınla yan tesiri var. Bir defa bizim çocuk hastalanmıştı. Doktora götürdüm, ilaç yazdı, aldım. Çocuk daha da fenalaştı. Prospektüsü okudum, yirmi küsur yan tesiri sayıyor. Alıp çöpe attım.

Evet, doktorlar yetişsin, hastaneler yapılsın, ancak hepsinden mühimi, önce koruyucu hekimliğe ehemmiyet verilsin. Halk sağlıklı olsun, doktorlar da yan gelip yatarak keyiflerine baksınlar, “Of, of! Bugün de hiç hasta gelmedi” desinler, fena mı olur… 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?