USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Konumuz “millî”lik (1)

10-08-2020

“Milletin” Asıl Mânâsı

“Millî” kelimesi, devlet devâirinde de, medya ve diğer sosyal sahalarda da kullanılmaktadır. “Millî Eğitim Bakanlığı”, “Millî Savunma Bakanlığı”, “Millî Gazete” , “Millî Görüş”, “Millî Mücadele” gibi…

“Millî”, “Milletle ilgili” demek. Kelime mânâsı böyle. Yani “millî”nin temelinde “millet” var. Peki, millet ne demek? Osmanlı Devleti idaresi zamanında ve günümüzden yaklaşık bir asır önce “millet” kelimesi hangi mânâda kullanılmaktaydı? Bu sorunun cevabını birçok muteber eserde bulmaktayız. Bu eserlerden biri olan Bediüzzaman’ın telifatı olan “Münâzârat” isimli esere şerh de yazılmıştır. Bu eser, Meşrutiyet’in ilanından sonra telif edilmiştir (1910). Eserin temeli, Bediüzzaman’ın Doğu’daki Kürt aşiretlerini dolaşarak onların sorularına verdiği cevaplara dayanmaktadır. Biz bu eserdeki ve esere yazılan şerhteki “millet” kelimesine nasıl mânâ verildiğine bakacak ve o kısımları iktibas edeceğiz. Buyurun okuyalım (Parantez içerisindeki cümleler, eserin orijinaline, parantez dışındaki ifadeler ise eserin şerhine ait): “(Evet, meşrûtiyet) şûrâ-yı şer’î, (hâkimiyet-i millettir;) yani ‘hâkimiyet-i din’ demektir. Çünkü ‘millet’ kelimesi aslında ‘din’ mânâsına gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in En’am Sûresi 161. Âyet’indeki [Meâlen: ‘De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine iletti. O, (İbrahim hiçbir zaman Allah’a) ortak koşanlardan değildi.’] hitâb-ı İlâhîsi gereği, ‘din, millet, sırat-ı müstakim’ kelimeleri aynı mânâda kullanılmaktadır. Aynı mânaya gelen ‘din’ ve ‘millet’ kelimeleri ‘müttehidân-ı bizzat, muhtelifân-ı bi’l-itibâr” sayılır ki, Bediüzzaman da ‘Hutbe-i Şâmiye’ isimli eserinin zeylinde şöyle der: ‘Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir [birdir]. Îtibârî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve rûhudur.’ (age, s. 61)

“Peygamberimiz (S.A.V.) ‘Benim ümmetim hatâ üzerine birleşmez’ (El-Vecîz Fî Usûli’l-Fıkıh, s. 182) hadîsi gereği, din üzerine toplanan millete ‘millet’ denir. İslâm ıstılâhında ‘millet’ ise, ‘Dinin esâsı olan Kitap ve sünnete riâyet eden ve o temele bağlı olan, kebâir günahları işlemeyen ve sağâir günahlara da devâm etmeyen cumhûr-i muvahhidîn’ demektir. Binaenaleyh ‘millet’ kelimesinden ‘İslâm milleti’ anlaşılır. Bu mânâları taşıyan ‘millet hâkimiyeti’ ise, ‘Kitap ve sünnetin hâkimiyeti’ demektir. Mâdem mânâsı budur, (siz dahi hâkim oldunuz) şer’î bir meşveret sisteminde Kitap ve sünnete uymayan kanun konamayacağı için şahıs veya cemaatin keyiflerine uygun bir hâkimiyet de olamayacağından, siz de insanlar karşısında mahkûm değilsiniz, zâhiren hâkim oldunuz. Herkes Allah’a karşı mahkûm, insanlara karşı müstakil oldu. Zâten mü’min, îmânının gereği olarak kendisi zillete düşmeyeceği gibi, başkasını da zillete sokmaz. Yoksa pâdişahın elinden alınan istibdat cumhûrun eline verilmiş olur ki, bu dahi katmerli zulüm olur. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, ‘Kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat münkasım olmuş olur ve komitecilikle tam şiddetlenir.’ (İki Mekteb-i Musibetin Şehâdetnâmesi, s. 35) (Bediüzzaman’ın Münâzarâtı ve Şerhi , s. 45-46)

“(…) Yine o şûrâ-yı şer’î, (Üç yüz milyondan ziyâde ehl-i İslâmı) o gün yaşayan bütün Müslümanları [1908’deki Müslüman nüfus. Günümüzde (2020) ise iki milyara yakın] (bir aşîret gibi biribirine rabteder) bağlar; aynı kitaba inanan ve aynı kıbleye yönelen insanları tek millet yapar; (siz de o râbıtayı) Kitap ve sünneti (muhâfaza ediniz), o esaslara sım sıkı sarılınız. (Zirâ, meşveret) şûrâ-ı şer’î (perdeyi attı) şûrâ gelince Kitap ve sünnet ortaya çıktı, istibdat [diktatörlük, baskı] kırıldı, (milliyet) millet-i İbrahim olmanın hakikati (göründü, harekete geldi) Müslümanlarda ‘tek millet’ olma şuûru hareketlendi. (Milliyet) millet-i İbrâhim olma şuûru (içinde İslâmiyet ışıklandı) yâni ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik canlandı, dinin üzerine asırların yığdığı gölgeler kalktı, (ihtizâza geldi) İslâm’ın hakikati görünmeye başladı. (Zirâ, milliyetimizin) bizi Kitap ve sünnet etrafında bütünleştiren gerçeğin (rûhu İslâmiyettir) dîn-i hakîkidir ve Hz. Âdem’den (A.S.) bu yana bütün peygamberlerin tâbi olduğu tek dindir; o da (hakîki ve nisbî ve izâfiden mürekkeptir.)” (age, s. 50)

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?