USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Bundan Böyle “Bölünme” Görmek İstemiyorum (4)

20-11-2020

Millî Görüş camiası içerisinde ortaya çıkan ve kendilerine Yenilikçiler diyen kesim 14 Mayıs 2000’deki kongrede boy gösterdi ve Millî Görüş’ün lideri Erbakan Hoca’nın tensip ettiği aday olan Muhterem Recai Kutan’ın karşısına aday olarak Abdullah Gül’ü çıkardı. Gül o kongrede kaybetti. 22 Haziran 2001’de de FP kapatıldı. Bu partinin kapatılmasının ardından 20 Temmuz 2001’da Saadet Partisi kuruldu. Millî Görüş camiasında yetişmiş ve mühim makamlarda bulunmuş isimler ayrılmakta kararlıydılar ve o isimler, 14 Ağustos 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisini (o zamanki ismiyle AKP) kurdular. Millî Görüş mayasını çalan Erbakan Hoca ve yakın arkadaşları bir tarafta, o camiada yetişen ve kendilerine Yenilikçiler diyen kesim diğer tarafta kalmıştı. Böylece Millî Görüş camiasında ilk ve en büyük ayrılık gerçekleşmişti. Gerçi bu ayrılanlar artık kendilerini Millî Görüşçü olarak tavsif etmiyorlardı. “Biz Millî Görüş gömleğini çıkardık!” diyorlardı. Erbakan Hocamız da pek çok konuşmasında o ayrılanların hangi gömleği giydiğini tafsilatıyla anlatıyordu…

2008 yılı başlarına geldiğimizde, uzun muhakeme neticesinde şöyle bir karara varmıştım. Yaklaşık üç sene boyunca bir medresede sıra kitaplarını okumaktaydım. Ancak bu ilimler öyle bir şeydi ki rakip kabul etmiyordu. Bizim gazetecilik ve yazarlık ise bambaşka bir meslekti. Bir koltukta iki karpuz taşınmıyordu. Medreselerde okutulan ilimleri ve kitapları tahsil etmezsem de gözüm açık gidecekti. Bu bakımdan yazı hayatına bu sıra kitaplarını bitirinceye kadar ara vermeye karar verdim. Bu kararımı o sıralar Genel Yayın Yönetmenliği yapan Necdet Kutsal Bey’e söyledim. Memleketim olan Gaziantep’e taşınacağımı, oradaki bir medresede tahsilime devam edeceğimi ifade ettim. Necdet Bey bana, “Gaziantep’ten yazılarımı gönderebileceğimi, yazılara ara vermememi” söyledi. Ben kararlıydım, bir veda yazısı yazdım. Ancak o yazı yerine eski bir yazım yayınlandı. Necdet Bey’e niçin yazıyı yayınlamadıklarını sormak için gazeteye gittim. Necdet Bey, “Gönlümüz ara vermenize razı değil” dedi ve gözleri yaşardı. O gözyaşlarını unutmam mümkün değil. Bu aynı zamanda karşılıklı bir muhabbetin tezahürü idi. Benim ısrarcı oluşumu görünce de o yazıyı yayınladı. Böylece gazetede yazılara ara vermiş oldum (Nisan 2008’de).

Ben yazıya ara verdikten bir müddet sonra Numan Kurtulmuş 26 Ekim 2008’de Saadet Partisi Genel Başkanı oldu. Ancak biz uzakta da olsak, sıkıntıları, sancıları hissediyorduk. Derken Numan Kurtulmuş 1 Ekim 2010’da Saadet Partisi’nden ayrıldı, 1 Kasım 2010’da da Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) kurdu. Böylece Millî Görüş camiasında ikinci bir kopuş ve ayrılık yaşanmaktaydı. Numan Kurtulmuş, 19 Eylül 2012’de partisini feshederek AK Parti’yle birleşti. Bu yeni partisinde önce Genel Başkan Yardımcısı, daha sonra Milletvekili ve Bakan oldu.

Biz “taşradakiler” bütün bu olup bitenleri üzüntü ile takip ediyorduk. Sağımdaki, solumdaki birçok ismin yaprak dökümü gibi döküldüğünü görmekteydim. O devirde anacığımla ben neredeyse yalnız kalmıştık. Merhume anam Millî Gazete’yi ve Erbakan Hoca’nın yanındakileri takip etmeyi terk etmedi.

O devredeki ayrılıklar beni çok üzdü. İstanbul’a yolum düştükçe gazeteye uğruyor, dostlarımızla görüşüyor ve “manen destek olmaya” çalışıyordum. Cidden zor ve sıkıntılı günlerdi.

2010 ve 2011 yılları benim için “hüzün yılları” idi. Arkadaşlarım ve kayınbiraderim FETÖ kumpası ile hapishaneye konulmuştu. Bir yandan hukukî süreci takip ediyor, bir yandan hapishane ziyaretleri ile tanıdıklara teselli vermeye çalışıyor, bir yandan da yetişebildiğim kesime, bunun bir FETÖ kumpası olduğunu, asıl hedefin de iktidar olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Vâesafa ki bir kâbus gibi, bir karabasan gibi, o devrede sesimizi duyan yoktu. O devrede yüreğimizi yakan bir diğer hâdise de 27 Şubat 2011’de Erbakan Hoca’mızın vefatı oldu. Ülkeye hizmet için çırpınan bir lider sima, en yakınlarının incitici sözlerine ve tavırlarına maruz kalmış, nice çileler çekmiş, mühim bir kitle tarafından anlaşılmamıştı. Vefatının ardından, onun hükümette bulunduğu devrelerde yaptıkları yâd edilmeye ve dizler dövülmeye başlanmıştı. Ancak ne fayda…

 

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?