USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

“Baş Eğmezüz Edâniye Dünyâ-yı Dûn İçün”

12-10-2020

Yazımızın başlığı, meşhur şâir Bâkî’nin (1526-1600) bir gazelinin bir satırı. Bu gazelin iki beytini teberrüken alalım ve yazımıza girizgâh yapalım. Osmanlı Devleti’nin ihtişâmlı devrinin şâiri -o devrin Türkçesi ile- şöyle diyor:

“Baş eğmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün / Allahadur tevekülümüz, itimadımız.”

[Şu alçak dünyanın geçici menfaatleri için aşağılık kimselere baş eğmeyiz. / Bu yolda bütün tevekkülümüz, güvenimiz Allah’adır.]

“Biz müttekâ-yi zer-keş-i câha tayanmazuz / Hakkın kemâl-i lutfunadır istinadumuz”

[Biz makam ile edinilmiş altın işlemeli yastıklara dayanmayız. / Bütün dayanağımız Allah’ın faziletli lütfunadır.]

Bu satırlar, bizim hayatımızın bir bölümünü özetlediği için iktibas ettik. Bizim hayatımıza yakından âşina olan bazı dostlarımız, bizim yaptıklarımızı “enayilik” olarak değerlendirmekte. Onlar öyle bilsin. Elhamdülillah Rabbim bizlere bazı kabiliyetler ihsan buyurmuş. Bu yazı yazma kabiliyeti ile, yakın tarihte birçok örneği olduğu gibi iktidar sahiplerine yanaşıp servet ve sâmân sahibi olabilirdik. Ancak biz o yolu tercih etmedik. İ’lâ-yı Kelimetullah dâvâsı uğruna, icabında nice servetleri feda ettik, nice ikbal merdivenlerini tırmanmayı reddettik. Birkaç örnek vermek isterim…

Ciddi bir telif gelirim olan bir yayınevinin editörü azılı FETÖ’cü idi (17-25 Aralık hadiselerinden sonra yurt dışına kaçtı). Benim fikriyatımı bildiği için bana mobbing uygulamaya kalktı. Bir gün gidip, “Verin benim kitaplarımın pdf’lerini, sizinle çalışmıyorum. Kitaplarımı basmayın!” dedim. “Aman hocam, şöyle, böyle!” dedi. “Yok, sizinle çalışmıyorum!” dedim ve ayrıldım.

Bir başka yayınevinde yine kitaplarım yayınlanmaktaydı ve oradan da ciddi telif geliri almaktaydım. Yine 17-25 Aralık hâdiselerinden sonrasıydı. Bir gün yayınevine gittim, baktım masanın üzerinde Millî Gazete’nin yanı sıra Zaman Gazetesi de var. “Bu gazeteyi niçin koyuyorsunuz?” dedim. “Onlar da bizim kardeşimiz!” dediler. “Hayır, darbeyle ülke idaresini ele geçirmek isteyenler kardeşimiz olamaz. Bu fikrinizi reddediyorum!” dedim ve oradan da kitaplarımı aldım.

1992 27 Nisan’ında Yeni Asya Gazetesi’nden ayrıldıktan sonra, bütünüyle kitap telifi ile meşgul olmaya niyetlenmiştim. O devrede on yayınevi kitaplarımı neşretmekteydi. İşte o devrede bir büyük yayınevi ile “Kurtuluş Savaşı Serisi” hazırlamak üzere anlaşmıştık. Bu, 12 kitaplık bir seri olacaktı. İki kitap yayınlandı. İki kitap daha teslim ettim. Onların yayınlanması gecikmişti. Merak ettim, bir gün yayınevine gittim. Niçin geciktiğini sordum. Şöyle dediler: “Hocam sizim kitapları yayınlayamayacağız!” Sebep? Açıkladılar: “Biliyorsunuz, bizim ciddi gelir kaynağımız, kitabımızın dağıtımını yapan falan dağıtım şirketi (FETÖ’cülerin neredeyse 450 yayınevini para ile haraca bağlamış olan dağıtım şirketini söylüyorlar). Siz, Fethullah Hocaefendi aleyhine konuşma yapmışsınız. İşte konuşmalarınız…”

Baktım, bizim evde yapılan bir sohbette yapılan konuşmaların dökümü. “Bunu nereden aldınız?” dedim. Söylediler. FETÖ’cülerin Üsküdar’da istihbarat teşkilatı gibi çalışan bir yerleri varmış. Kendilerini çağırıp oradan verdiklerini söylediler ve bunun “B kodunda olduğunu belirttiler.” Yani bu da “tartışılmaz kesin bilgi” demekmiş. Bir anda jeton düştü: Arkadaşım Mustafa Kaplan, bir seyahat dönüşünde telefon açtı. “Beş kişiyle geliyoruz, yemek hazırla!” dedi. Evde derhal tedarik gördük. Arkadaşımızla birlikte gelen bir tanıdık, şehrimizdeki tanınmış iki fabrikatörü çağırmak istediğini söyledi. Akrabasıymış. FETÖ’cü olduğunu da belirtti. Onlara maddi yardımda bulunuyormuş. “Gelsin!” dedik. Geldiler. Sohbet esnasında zekât meselesini sordular. Biz de FETÖ kuruluşlarına verilen zekât paralarının yerini bulmadığını izah ettik. O konuşmaları ya onlar aktarmıştı ya da ortam dinlemesi yapılmıştı. Bana, “Hocam, özür dile, kitaplarınızı basalım!” dediler. İşte orada baklayı ağızdan çıkardım ve “Siz de göreceksiniz, bunlar perişan olacak! Basmazsanız basmayın, verin kitaplarımı!” dedim. O andan itibaren de devamlı, “Ya Rabbi Senin dinini seven samimi insanlarla tanışmamı, kitaplarımı onların basmasını nasip eyle!” diye duâ ettim.  

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?