Siyaset

Özgür Özel: Ne bekliyorduk ki, elbette böyle olacak; yatanımız yatacak, bedel ödeyen bedel ödeyecek!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin Program Kurultayı’nın açılış konuşmasını yaptı.

Özgür Özel: Ne bekliyorduk ki, elbette böyle olacak; yatanımız yatacak, bedel ödeyen bedel ödeyecek!
05-09-2025 16:33
05-09-2025 16:39

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, başta İBB olmak üzere CHP'li belediyelere yönelik operasyonlar ve İstanbul İl Başkanlığı'na kayyım kararına ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede, "Ne bekliyorduk ki? Tayyip Erdoğan eline beyaz zambaklar yaptırıp devir teslim için bizi mi bekleyecekti? Elbette böyle olacak. O yüzden yatanımız yatacak, bedel ödeyenimiz bedel ödeyecek. Bu mücadele sırasında çok yorulacağız. Başımıza belki çok kötü şeyler gelecek. Ama hepimiz şunu biliyoruz ki; şartlar 100 yıl öncesinden ağır değil" ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin Program Kurultayı’nın açılış konuşmasını yaptı. Özel'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

Sandığı ortadan kaldırmaya niyetlendiler

"Yaşadığımız bütün kötülükler, bütün anti demokratik müdahaleler, tarihte eşine ve benzerine rastlanmayacak şekilde yargı eliyle bir sivil darbe girişimi; Türkiye’nin mevcut değil, gelecekteki iktidarına darbe girişimi, gelecekteki Cumhurbaşkanı’na darbe girişimi de hiçbirisi boşuna değil. Bu dönüşüme direnenlerin, cumaları hutbelerde ‘Kadınla erkek mirastan eşit pay alırsa, bu erkeğin iki kat pay almasını gerektiren İslam hukukuna aykırıdır. Bu yüzden de kadın erkeğin hakkına girmiş olur’ diyecek hutbeleri okutmaya başlayanların, okuttukları hutbelerde neredeyse kadınların bütün toplumsal kazanımlarına el uzatmaya niyetlenenlerin, buna bir zemin yaratmaya çalışanların, diğer yandan ‘İşimize geldi, bindik. İşimize gelmediği gün ineriz’ dedikleri demokrasi tramvayından 31 Mart seçimlerinde kaybettikleri bir seçimden sonra inmeye karar verenlerin yaşattığı bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Yani içinde bulunduklarımız; ana muhalefet partisinin iki yıl önce yapılmış seçiminde seçilmiş ve yenisinin seçilmesine 15 gün kalmış İstanbul İl Başkanlığı’na kayyım atanacak kadar 2025 yılında ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel merkezine kayyım atamayı ya da yapılmış seçimleri yok saymayı hedefleyecek kadar geri dönmüşlük, aslında vaat ettiğimiz değişimin ne kadar büyük, ne kadar yapısal ve ne kadar kalıcı olduğunu ve o yüzden de ne kadar birilerini korkuttuğunu gösteriyor. Karşımızdakilerin araç olarak gördükleri demokrasiyi, artık bir kenara bırakıp, hatta ve hatta buraya gelmelerini sağlayan sandığı ortadan kaldırmaya niyetlendikleri bir sürecin içindeyiz.

O yüzden bize bu mücadelede cesaret düşüyor, kararlılık düşüyor. Ama her mücadelenin bir fiziki tarafı, birimiz, birilerimiz ne kadar daha süreceği bilinmeyen haksız mahkumiyetle ve lüzumsuz, kötü niyetle uygulanan bir tutuklama tedbiriyle zindanlarda bedel ödüyorlar. Kimilerimiz meydanlardayız, otobüslerin üstündeyiz. Tarihte görülmemiş mitinglerle, meydanların bize kattığı enerjiyle birlikte bir mücadeledeyiz. Ama işin, bu büyük değişim ve dönüşümün bir de bu safhası var. Bu safhasını yapmak için de sizlerle birlikteyiz.

"Barış akademisyenlerinin yaşadığı sorunlar ortada"

İktidarın 19 Mart darbesi ile başlattığı antidemokratik saldırılar sadece siyaset kurumunu ya da siyaset zeminini hedef almıyor şüphesiz. Bilimsel üretimin çok zorlu koşullarda yapıldığı bir dönemdeyiz. Biz 19 Mart darbesi ile birlikte geleceğin iktidarına ve geleceğin Cumhurbaşkanına yönelik bir sivil darbenin somutlandığını ifade ediyoruz. Ama bu anlayış ülkeyi yıllardır darbeci bir zihniyetle, daha doğrusu kendisinin imkan tanıdığı, devletin her yerine, en mahrem alanlarına yerleştirdiği, altına tank da verdiği, uçak da verdiği, unvan da verdiği, YÖK’ü de teslim ettiği, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü de teslim ettiği ve daha sonra kendisine darbe girişiminde bulunan bir cemaatin darbe girişimini, kanlı bir darbe girişimini, hain bir darbe girişimini araçsallaştırarak ilan ettiği olağanüstü halden sonra… 

Ülkeyi o günden bugüne, önce OHAL’de bir referandum yaparak, çoğu çağdaş demokrasi bunu reddeder, anayasal engeller vardır bunun üzerinde. Ama olağanüstü hal şartlarında önce bir referandum yaparak, sonra bunu kalıcılaştıracak bir baskın seçim yaparak, hem de referandumdan sonraki hazırlık kanun maddelerini yapmayıp onları da aldığı bir yetki kanunuyla OHAL şartlarında, OHAL kararnameleri ile yaparak. Daha sonra bu şartlarda seçim yaparak. Sonra da 1,5 aylığına ilan ettiği OHAL’i neredeyse üç yıl sonra kaldırırken, OHAL’in yarattığı konforlu alanları kalıcılaştıran kanuni düzenlemeler yaparak bugünlere geldi.

Tabii bu süreçte en ağır yarayı; bilimsel özgürlük, kurumsal özellikler ve bu ikisinin de olmazsa olmaz buluştuğu yer üniversiteler aldı. Ve bilimsel üretim için ön koşul olan demokratik ortam ortadan kalktığı gibi, bugün yapılan araştırmalara akademisyenleri yüzde 45’inin kendilerine otosansür uyguladıklarını ifade ediyorlar. Ve ayrıca bir bütün olarak ve büyük utanç olarak Barış Akademisyenlerinin yaşadıkları sorunlar hâlâ daha ortada. Suçlamalardan beraat etmelerine rağmen akademisyenler mağdur edilmiş, görevlerine iade edilmemiş durumdalar. Bilim insanlarının özgürce araştırma yapamadığı, düşüncelerini ifade etmekten çekindiği bir ülkede, ne bilimsel ilerlemeden ne yenilikçilikten ne demokratik kültürün gelişmesinden söz etmek mümkün değil. Bilimin, yeniliklerin ve demokrasinin olmadığı yerden ne refahtan ne kalkınmadan ne zenginlikten söz etmek mümkün. Bizim kalkınma için; yeniliklere, yenilikler için; yeni teknolojilere ve süreçlere, yeni teknolojiler için; araştırmayla geliştirilen bilime ihtiyacımız var. Bu da ancak akademisyenlerimizin özgür olduğu, liyakatin egemen olduğu, özerk üniversitelerin olduğu bir yükseköğretim sistemiyle mümkün olacak.

"490 bin lira alması gerekenler 110 bin lira alıyor"

Bugün çok sayıda bilim insanıyla birlikte olduğumuz bu noktada akademinin sorunlarının yanında, akademisyenlerin ekonomik sorunlarının, hem bilim yaparkenki ekonomik şartların kısıtlı olmasına hem de kendilerinin yaşadığı ekonomik sorunlara değinmek gerekir. Burada sadece şunu söylemek gerekiyor. Pek çok karşılaştırma yapılıyor, ‘AK Parti geldiğinde’ diyerek yapıyoruz. Örneğin en çok kullanılan argüman üzerinden, asgari ücret o gün 7 çeyrek altın alıyordu, bugün 3 çeyrek altın alıyor. En düşük emekli maaşı 8 çeyrek altın alıyordu, bugün 2 çeyrek altın alıyor. Öğrenci bursu 1,5 çeyrek altın alıyordu, bugün yarım çeyrek altın bile alamıyor. Akademisyenlerin durumuna baktığımızda, profesörlere verilen maaş da AK Parti geldiği günkü kriterlerle maaş ödeniyor olsa bugün 490 bin lira maaş alması gereken akademisyene, 110 bin lira maaş ödüyorlar. Durum bu açıdan da bu kadar vahim.

Hem kendi kişisel hayatı açısından hem de kendisini geliştirmesi, aldığı maaşla geçinmesi, geçim sıkıntısı çekmemesi, evladının durumunu düşünmemesi, istediği kitabı alabilmesi, istediği konsere gidebilmesi, yurt dışı seyahatler yapabilmesi açısından gerekli olan bu ekonomik özgürlüğü de akademisyenlerin elinden alınmış, onların da köleleştirilmiş olduğunun altını çizmek isterim.

"Direncimiz azalmadı"

Tabloya bakıldığında durum kötü, durum karanlık. Hatta şöyle bir durum var. Geçen gün İstanbul İl Başkanlığı'na girerken durum artık iyice karikatürize oldu. Girdiğim binanın binası mahkemelik, elimizden almaya çalışıyorlar. Girdiğimiz binayı kimin yöneteceğine karar verilen iki yıl önceki İstanbul il kongresi mahkemelik. İstanbul İl Başkanımız verdiği demokratik mücadeleden dolayı 22 yıl hapisle yargılanıyor, mahkemelik. Bizim burada olduğu gibi orada da bir parti kedimiz vardı, adı Şanslı. Binaya girerken ‘Şanslı nerede?' dedim, o da olmuş veterinerlik. Bu şartlar altında halen daha umudumuzun şu kadar gerilemediğini, direncimizin şu kadar azalmadığını ve mücadele azmimizin ilk günkünden geride olmadığını hepinizin bilmesini isterim.

Ne bekliyorduk ki? Ne bekliyorduk Tayyip Erdoğan eline beyaz zambaklar yaptırıp devir teslim için bizi mi bekleyecekti? Elbette böyle olacak. Bu kadar suça bulaşmış, bu kadar kirlenmiş, geçmişte bugün bizlere yapıştırmaya çalıştıkları, haksız şekilde yüzyılın yolsuzluğunu kendi kendilerine ortaya çıkarmışlar, bütün kanıtlar ortaya dökülmüş. Kanıtlar toplanırken deliller usulüne uygun toplanmadı diye kovuşturmaya geçirmemiş. Önce inkar edilmiş, hani şimdi arayıp arayıp bulamadıkları, ‘Mutlaka bir kasa olacak, içinden para çıkacak’ dedikleri yerde bizden mühür çıkıyor, korumanın kurşunu çıkıyor. Ama ayakkabı kutularından, kasalardan balya balya paralar çıkmış. ‘Önce onlar koydu yatak odama bunları’ demişler, sonra faiziyle geri istemişler. Öyle bir sürecin içinden geçenleri, ‘Aramızda kardeşlik hukuku var’ diyenlerin birbirinin boğazını sıktığı, birbirine darbe yaptığı, birlikte kurulan partideki 33 kurucudan 31’inin partide olmadığı ve sadece ve sadece artık biat edenlerin, övenlerin, ‘Yok bunu da iyi yaptınız’ diyenlerin parti yönetiminde ve ülke yönetiminde olduğu, liyakatsiz sadece sadakate dayanan, birbirlerine sadakate dayanan, güçlü bağlarla birbirine bağlı olduğu… Çünkü en güçlü bağ suç ortaklığı bağıdır. Suç ortaklığı bağıyla birbirine bağlı olanların, varıp da normal yollardan güle oynaya bir iktidar devir teslimi yapmayacakları belliydi.

"Bir kelime eksik söylersek bu milleti susturacaklar"

O yüzden yatanımız yatacak, bedel ödeyenimiz bedel ödeyecek. Bu mücadele sırasında çok yorulacağız. Başımıza belki çok kötü şeyler gelecek. Ama hepimiz şunu biliyoruz ki; şartlar 100 yıl öncesinden ağır değil. Yani Akın Gürlek’in iftiralarıyla, yalancı tanıklarıyla, işbirlikçileriyle saldırıyorlar da; birinci Cumhurbaşkanının boynuna idam fermanını asarak Samsun’a geçtiğini, Havza’ya gittiğini, Amasya’da genelge yayınladığını, Erzurum’da kongre yaptığını, Sivas‘ta kongre yaptığını, daha sonra gelip de Ankara’da Meclis açtığını unutmamak lazım. Boynunda idam fermanına rağmen kurtuluşu örgütlemiş, kuruluşu başarmış, bu ülkeye bu Cumhuriyeti kazandırmışların partisinde ne moral bozukluğu olur, ne saldırılardan yılma olur, ne bir adım geriye atma olur.

Hep söylediğimiz söyleyerek bitiririm. Ne bir adım geri atacağız, ne bir kelime eksik söyleyeceğiz ne bir santim eğileceğiz. Çünkü biz biliyoruz ki; eğer biz bir kelime eksik söylersek bu milleti susturacaklar. Bu milleti konuşmaya, yüksek sesle tartışmaya biz alıştırdık, biz başardık bunu. Eğer bir adım geriye atarsak, bizi 100 yıl geriye götürecekler. O 100 yıl geriki karanlıktan bugünlere biz getirdik. Ve bir santim eğilirsek biz, onlar bu millete diz çöktürecekler. Bu millete diz çökmeyen bir millet olduğu için Cumhuriyeti kazandırmış olan ve asla ve asla diz çökmemiş olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkanı olarak hepinize emeğiniz için, cesaretiniz için, katkılarınız için ve geçmişte yazdığımız tarihi şimdi hep birlikte geleceğimizi yazmak üzere bize katıldığınız için hepinize şükranlarımı sunuyorum.”

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER