USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

ÜLKENİN HALİ: Toplumsal Çürümüşlük...

10-09-2025

Türkiye’nin geleceğini konuşurken, ekonomik göstergeler, politik hamleler veya altyapı yatırımları kadar kritik bir konu var: toplumsal değerler. Ne yazık ki son yıllarda, bireylerin birbirine güveni azaldı, etik değerler erozyona uğradı ve toplumsal bağlar zayıfladı. Bir ülke düşünün; eğitimdeki aksaklıklar, medya ve siyasetteki kutuplaşma, aile yapısındaki sorunlar bir araya gelince, ortaya ciddi bir toplumsal çürüme çıkıyor.

Toplum çürüdüğünde, devlet kurumları bile sağlıklı işlemez hâle geliyor. Adalet yavaşlıyor, yolsuzluk görünür oluyor, insanlar haklı oldukları hâlde sessiz kalmayı tercih ediyor. Bu durum, sadece bireysel yaşamı değil, ekonomi ve sosyal yaşamı da doğrudan etkiliyor. Türkiye’de pek çok vatandaş, günlük yaşamında güven duygusunu kaybetmiş durumda. İnsanlar birbirine güvenemiyor, çıkar ilişkileri değerlerin önüne geçiyor. İşte bu yüzden söylüyorum: toplum çürürse, her şey çürür.

Çözüm, yasalarla sınırlı değil. Toplumun vicdanı, sorumluluk bilinci ve ahlaki değerleri ayağa kalkmalıdır. Eğitim sisteminde dürüstlük ve eleştirel düşünme ön plana çıkarılmalı; medya ve sanat, doğru bilgilendirme ve kültürel bilinç oluşturmak için aktif rol üstlenmelidir. Bireyler birbirine saygıyı, doğruluğu ve adaleti hatırladıkça, Türkiye yeniden nefes alabilir.

Unutmayalım ki bir ülkeyi güçlü kılan yalnızca ekonomisi veya ordusu değildir; güçlü toplum, güçlü devlet demektir. Türkiye’nin gerçek gücü, vatandaşlarının vicdanında, etik değerlerinde ve toplumsal sorumluluk anlayışında saklıdır. Toplum çürürse her şey çürür; ama toplumsal bilinç yeniden canlanırsa, ülke geleceğe güvenle yürüyebilir.

Ekonomik kriz;

Türkiye’de milyonlarca insan artık sadece hayatta kalmaya çalışıyor. Faturalar ödenemiyor, ekmek bulmak zorlaşıyor, işsizlik ve sefalet sokakta kendini gösteriyor. Peki, bu durum iktidarın mı, muhalefetin mi umurunda? Maalesef hiçbiri…

İktidar, televizyon ekranlarında büyük projeler, gökdelenler ve havada uçan vizyonlardan bahsediyor. Ama halkın cebindeki para eriyor, mutfaktaki ekmek azalıyor. Muhalefet ise çoğunlukla boş laf yarışında; eleştiriler, suçlamalar ve polemikler dışında bir çözüm üretemiyor. Oysa sokaktaki gerçekler, onların siyasi oyunlarından çok daha acil ve hayati: açlık, yoksulluk, çaresizlik…

Her gün artan fiyatlar, işsizliğin ve yoksulluğun yarattığı korku, sadece bireyleri değil toplumun tamamını çürüten bir zehir gibi yayılıyor. Siyasi figürler kendi çıkarlarıyla uğraşırken, milyonlarca yurttaşın hayatta kalma mücadelesi göz ardı ediliyor. Bir ülke, kendi insanını görmezden geldiğinde çöküş kaçınılmazdır.

Artık söylemek gerekiyor: Türkiye’nin dört bir yanında insanlar sefalet içinde kıvranıyor ve ne iktidar ne muhalefet bu acıyı umursuyor. Politik çekişmeler, halkın mutfağındaki gerçekleri gölgeleyemez. Unutmayalım ki ülkeyi ayakta tutan siyaset değil, insanın refahıdır. Halk açlıktan titrerken, koltuk sevdasıyla uğraşanlar bu ülkenin kaderine ihanet ediyor.

Artık yeter! Siyaset, sadece propaganda ve polemik için değil, insanın yaşam hakkını korumak için yapılmalıdır. Ekonomik sefalet görmezden gelinemez; görmezden gelinirse, kaybeden hepimiz oluruz.

Gençlerin Kaybolan Yarınları Ve Umutları;

Türkiye’de gençlerimiz kayboluyor. Hayallerinden, umutlarından ve yarınlarından… İşsizlik, ekonomik sıkıntı, eğitimdeki aksaklıklar ve toplumun genel çürümesi, gençlerin geleceğe bakışını karartıyor. Gençlerimiz artık “yarın ne olacak?” sorusunu korkuyla soruyor; umut, güven ve motivasyon yavaş yavaş siliniyor.

İktidar, gençlerin geleceğini ilgilendiren konuları kendi siyasi gündeminin arka planına atıyor. Muhalefet ise çoğu zaman sadece eleştiriyor, ama çözüm üretemiyor. Gençlerin iş bulamadığı, eğitim sisteminin çağa ayak uyduramadığı ve sosyal adaletsizliklerin her gün büyüdüğü bir ortamda, kimse bu kaybolan yarınların hesabını sormuyor.

Sokaktaki genç, hayallerini ertelemek zorunda kalıyor. Bir üniversite mezunu işsiz; bir çırak, staj yapacak yer bulamıyor; bir girişimci, yatırım için güvenli ortam bulamıyor. Bu tablo, sadece bireyleri değil, ülkenin geleceğini de çürüten bir karanlıktır. Çünkü gençlik, bir ülkenin en değerli sermayesidir; onları kaybederseniz, geleceği kaybedersiniz.



Ve ne yazık ki, politik figürler bu kaybolan yarınlara gözlerini kapamış durumda. Gençlerin sesi, çoğu zaman boş koridorlarda kayboluyor; siyasetin gürültüsünde boğuluyor. Ama unutulmamalıdır ki bir ülkenin umudu, gençliğinin yarınlarıyla ölçülür. Umutsuz gençlik, çürümüş bir toplumun habercisidir.

Artık gençlerimizi görmezden gelmekten vazgeçmeliyiz. Onlara eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, iş imkânları oluşturmak ve sosyal güvenliği güçlendirmek bir tercih değil, ülkenin geleceğini korumanın zorunluluğudur. Gençlerin umutlarını çalmak, yarınlarını çalmak demektir; ve yarınsız bir ülke, hiçbir kalkınma planıyla ayakta kalamaz.

Esnafın Ve Sanayicinin Durumu;

Türkiye’de ekonomi deyince, genellikle rakamlar ve grafikler konuşulur. Ama sahada durum çok farklı. Sokaktaki esnaf kepenk kapatıyor, küçük işletmeler iflasın eşiğinde, sanayici ise üretim yapmanın maliyetini hesaplamakta zorlanıyor. Elektrik, doğalgaz, kira ve hammadde fiyatları neredeyse her gün artıyor; ama ne iktidar ne muhalefet bu çığlığı işitiyor.

Esnaf, sadece geçimini sağlamak için mücadele ediyor. Dükkan açıyor, kira ödüyor, çalışanını maaşla geçindiriyor… Ama borç batağı, zamlar ve vergi yükü altında eziliyor. Sanayici ise yatırım yapamıyor, yeni işçi istihdam edemiyor, ihracat için rekabet gücünü kaybediyor. Türkiye’nin üretim kapasitesi her geçen gün düşüyor; bu tabloyu görmek ise siyasiler için çoğu zaman ikinci planda kalıyor.

İktidar, büyük projeler ve gökdelenler üzerinden övünüyor; muhalefet ise sürekli suçlama ve polemikle meşgul. Oysa esnaf ve sanayici, ülkenin ekonomik belkemiğini oluşturuyor. Onlar çökerse, işsizlik artar, üretim durur, halkın mutfağı daha da kurur.

Artık gözlerin açılması gerekiyor. Esnafın ve sanayicinin çığlığı, sadece bir ekonomik veri değil; ülkenin geleceği ile ilgili bir alarmdır. Politik oyunlar ve siyasi çekişmeler, halkın emeği ve alın teri kadar önemli olmalıdır. Yoksa yarın, hem küçük işletmeler hem de büyük sanayi kuruluşları için çok geç olacak.

Unutulmamalıdır: Esnafın, sanayicinin ve üreticinin güçlü olduğu bir ülke, ekonomik olarak güçlüdür. Onları görmezden gelmek, sadece bugünü değil, yarını da kaybetmek demektir.

Çiftçilik Ve Hayvancılığın Durumu;

Türkiye’nin gerçek ekonomisi, üretim yapan çiftçinin elindedir. Ama ne yazık ki çiftçi, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar gün geçtikçe yok oluyor. Mazot, gübre, yem ve tohum fiyatları her gün artıyor; ürünleri değerinde satılamıyor. Devlet destekleri yetersiz, piyasa koşulları belirsiz; buna rağmen iktidar ve muhalefet çoğu zaman bu sıkıntılara kayıtsız kalıyor.

Küçük bir köyde, sabahın erken saatlerinde tarlasında çalışan bir çiftçi, bir yandan ürününü yetiştirmeye çalışıyor, diğer yandan borç batağıyla boğuşuyor. Hayvancılık yapan üretici, yem fiyatlarının uçtuğu bir ortamda hayvanını beslemekte zorlanıyor. Tarım ve hayvancılık, ülkenin gıda güvenliğinin temel direği olmasına rağmen, siyasilerin gündeminde çoğu zaman ikinci planda kalıyor.

İktidar, büyük projeler ve şehir planlarıyla övünürken, muhalefet yalnızca eleştiriyor; ama çiftçinin, köylünün ve hayvancının çektiği sıkıntı, her geçen gün artıyor. Tarım sektörü çökerse, sadece üretim durmaz; halkın sofrası, ülkenin ekonomisi ve gelecek nesillerin beslenme güvenliği tehlikeye girer.

Artık fark edilmesi gerekiyor: Çiftçi, tarım ve hayvancılık ülkenin geleceğini taşıyor. Onları görmezden gelmek, sadece bugünü değil yarını da kaybetmek demektir. Eğer üretici güçlenmezse, Türkiye’nin gıda güvenliği ve ekonomik dayanıklılığı ciddi bir risk altında kalacak.

Ülke yöneticileri ve siyasiler, artık bu gerçeği görmeli; çiftçinin, üreticinin ve hayvancılıkla uğraşanların sesine kulak vermeli. Yoksa kaybeden, hepimiz olacağız.



Elbette, talebin doğrultusunda sert ve vurucu bir köşe yazısı hazırlayabiliriz. İşte örnek metin:

Gelinen Nokta: İnsanların Ruh Hali;

Türkiye bugün sadece ekonomik krizlerle boğuşmuyor; aynı zamanda derin bir toplumsal çürüme yaşıyor. Açlık, sefalet, yokluk ve yoksulluk sokaklarda, evlerde ve kalplerde kendini hissettiriyor. Krediler ödenemiyor, kredi kartı borçları büyüyor; insanlar geçim derdine düşerken, boşanmalar ve aile içi çatışmalar artıyor. Cinayetler, şiddet olayları ve toplumsal adaletsizlikler, toplumun psikolojisini ciddi biçimde bozuyor.

Hukuk sistemi güven vermiyor; adaletin sağlanamadığı bir ortamda, vatandaş kendini korumasız hissediyor. Her gün televizyon ekranlarından gördüğümüz haberler, sadece bireysel trajediler değil; toplumun tamamını etkileyen alarm sinyalleri. İnsanlar umutlarını kaybediyor, kaygı ve öfke giderek büyüyor. Bu tablo, sadece bireylerin değil, ülkenin tamamının geleceğini tehdit ediyor.

İktidar, büyük projeler ve mega yatırımlarla övünürken, muhalefet çoğu zaman sadece suçlama ve polemikle yetiniyor. Oysa sorunlar siyaset oyunlarıyla çözülmüyor; halkın mutfağı, çocuğun okul kantini, işsiz kalan genç ve borç batağındaki aile gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor.

Toplumun psikolojisinin bozulması, sadece bireysel bir problem değil; ekonomik üretkenliği, sosyal uyumu ve geleceğe dair güveni doğrudan etkiliyor. Eğer bu tablo görmezden gelinmeye devam ederse, Türkiye’nin yarınları daha da karanlık olacak.

Çare ise bir kez daha bilimin, eğitim ve akılcı politikaların, vicdan ve adaletin rehberliğinde. Toplumun umudu, psikolojisi ve sağlığı ile ilgilenmeden, ülkenin kalkınmasından söz edilemez. Açlık, sefalet, borç ve adaletsizlik; ancak bu değerler üzerine inşa edilmiş bir politik anlayışla yenilebilir.




Çare de Çözüm de Bilimde, Atatürk Fikirlerinde Saklıdır;

Türkiye’nin bugün yaşadığı ekonomik sıkıntılar, yoksulluk, gençlerin kaybolan umutları, esnafın ve çiftçinin çektiği acılar… Tüm bunlar gözler önünde ama çözüm bir türlü görünmüyor. Siyaset sahnesinde yaşanan tartışmalar, polemikler ve çıkar çatışmaları, halkın gerçek sorunlarını gölgelemeye devam ediyor. Peki çare nerede? Çözüm nerede?

Cevap basit: ‘bilimde, eğitimde ve Atatürk fikirlerinde.’ Cumhuriyetimizin kurucusu, ülkeyi modern uygarlık seviyesine taşımak için bilimi ve aklı temel almıştı. Bugün de yapmamız gereken, siyasi çekişmeleri bir kenara bırakıp, üretimi, tarımı, sanayiyi, eğitimi ve gençleri güçlendirecek bilimsel ve akılcı politikaları uygulamaktır.

Esnafın ayakta kalması, sanayicinin üretim yapabilmesi, çiftçinin ve hayvancının yüzünün gülmesi; her şeyden önce ’akıl ve bilime dayalı planlama’ ile mümkündür. Atatürk’ün işaret ettiği gibi, ilerlemenin yolu cehaleti ve dogmaları aşmaktan geçer. Gençlerin umutlarını geri getirmek, yarınlarını güvence altına almak, ülkeyi güçlü ve özgür kılmak, ancak eğitim ve bilimle mümkün olur.

Bugün bizlere düşen görev, sadece şikâyet etmek değil; Atatürk fikirlerine sahip çıkarak, bilim ve akıl rehberliğinde çözümler üretmektir. Unutmayalım ki bir toplumun çöküşünü önlemenin en güçlü yolu, bilgiyle donanmış, bilinçli ve üretken bir nesil yetiştirmektir.

Türkiye’nin çareye ihtiyacı var; çare de, çözüm de, ‘bilimde ve Atatürk fikirlerine sahip çıkmakta saklıdır.’

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?