USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

SEÇİMDEN ÖNCE SON VİRAJ

04-02-2023

Seçim, bir güven meselesidir. Vaatte bulananın bu vaatleri yerine getirip getirmeyeceğinin inandırıcılığına bakılacak.
Hiç kuşkusuz Türkiye’nin birikmiş ve çözülmeyi bekleyen birçok sorunu var. Bunları beş ana başlık altında toplarsak; 1) Hukuk ve demokrasi sorunu 2) Ekonomi sorunu 3) Eğitim sorunu 4) Toplumsal barış sorunu 5) Dış politika sorunu.
Bu sorunlar ve gelecekteki sorunları çözme beklentileri üzerinde durmak gerekiyor.
Tabii ki, üretilecek tüm çözümlerin, şu andaki anayasanın ilk dört maddesi ana çerçevesi ve altmış altıncı maddedeki tanıma aykırı, tanımı esneten, yumuşatan şekilde olmamalı ve 1921 anayasası arayışı gibi birliği, beraberliği bozma amaçlı düşünce, hal, hareketlere cevaz vermeyecek şekilde olmalı.
Bu günkü yazıda daha önce üzerinde durduğum “Hukuk ve Demokrasi Sorunu” var. Çünkü ekonomi ile bu iki sorun alanı arasında yüksek bir korelasyon var. Bu yapısal sorunlar düzeltilmeden tek başına ekonomiyi düzeltmek olası değil.
Neden önce hukuk diyoruz? Çünkü hiç kuşkusuz hukuk, bir toplumun vazgeçilmez temel çimentosudur. Hukuk bir ülkenin birleştirici ve bir arada tutucu gücüdür. Hukuk, demokrasinin de olmazsa olmazlarındandır.
Son yirmi yıldır temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken hukuk, aksine hak özgürlükler üstünde demokrasinin kılıcı gibi sallandırılmıştır.
Benim demokratik bir yönetimden beklediklerim: 1- Üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğü ilkesi mutlaka korunmalı; İnsanlar eften püften gerekçelerle gözaltına alınmamalı, tutuklanmamalıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. (Ör, Cumhurbaşkanına hakaret adı altında birçok insan tutuklu ya da yargılanıyor. CB halkın hakaretinden korkmak yerine onların sevgisini kazanmalıdır. Bir CB kendi halkı ile davalı olmamalı.) Bunların yanı sıra bugün her yerde hissedilen ve uygulanan baskı ortamına son verilmelidir.
2- Anayasa Mahkemesi gerçek işlevine dönerek yapması gerekenleri yaparak toplumun temel şemsiyesi olduğunu ortaya koymalıdır. Çünkü hukuk herkesin güvencesidir, hukukun da dayandığı güvence Anayasadır. Demokratik ve özgürlükçü bir anayasa evrensel hukuk kaidelerine ve insan haklarına dayalı olmalıdır. Bu çerçevede hak ve özgürlüklere vurgu yapan, etnik yapılara ve inançlara eşit mesafede duran parlamenter demokrasiyi yeniden ihya edecek bir anayasanın yapılması elzem olacaktır.
3- Türkiye’nin tek adam rejimine son vererek yeniden demokrasisini rayına oturtması için tarafsız ve bağımsız bir yargıya ihtiyaç olduğu gibi yetkin ve tarafsız yargıçlar en az bunun kadar önemli ve gereklidir.
4- Bu çerçevede uyduruk gerekçelerle insanlar artık tutuklanmamalı; henüz hüküm giymemiş insanlar üstünde tutukluluk zulme dönüşmemelidir.
5- İnsanlar yarın başıma ne gelir kaygısı ile yaşamamalıdır, gönül rahatlığı ile işlerine güçlerine gidebilmeli, bu ülkede yaşadıkları için mutlu olmalılar. Korku sarmalı kırılmalı; yaratıcılığın anası özgürlük(ler) hukuki güvenceye alınmalıdır. Bireyler anayasa ve yasalardan doğan temel hak ve özgürlüklerini serbestçe diledikleri gibi kullanabilmelidir.
6- Böylece toplumsal felç durumu son bulmalı. Hukuk bütün kurum ve kuruluşları ile demokrasinin tam işlediği hukuk devletlerindeki gibi işlemelidir.
Ben böyle bir ülke ve böyle bir hukuk istiyorum. Türkiye bunu istiyor, Türkiye bunu hak ediyor.
Her gün yeni bir hukuk skandalıyla toplum sarsılmamalı. Bütün mesele, bunu yapabilme becerisi, basireti ve cesaretini gösterecek bir yapıyı işbaşına getirmek ve devamında bu bilinçle halkın özlemini duyduğu demokrasi ile taçlanmış iktidarı kurabilmektir.
Cumhuriyet, vazgeçilmezimizdir. Ama tek başına cumhuriyet yetmez. O cumhuriyetin içini demokrasi ile doldurmak gerekir.
Aksi takdirde etrafınıza bakın; İran da cumhuriyettir, Irak’ta da cumhuriyet var. Ama bu önemli değil, önemli olan cumhuriyetin demokrasi ile taçlanmasıdır. Peki, iktidara gelindiğinde demokrasi alanında ne yapılmalı?
1- Huzur ve barış sağlanmalıdır. Huzur ve barış olmadan hiçbir şey olmaz. Temel proje “ Huzur” olmalı. Çünkü politikanın en temel işlevi öncelikle üretimi artırmak, ardından adil bölüşümü sağlamaksa, üçüncüsü de bunu huzur ve güven içinde gerçekleştirebilmektir. Bir düşünsenize, eğer bir yerde huzur ve barış ortamı yoksa bütün bunlar ne işe yarar?
2- Kuvvetler ayrılığı ilkesi demokrasinin en temel koşuludur, o nedenle yeniden ihya edilmelidir.
Yani bugün gitmekte olduğumuz, dünyada hiç bir benzeri ve karşılığı olmayan sistem yerine özgürlükçü parlamenter demokrasiye dönülmelidir.
3- Fikir ve ifade özgürlüğü mutlaka sağlanmalıdır. Şiddet ve hakaret olmadığı takdirde, insanlar özgürce düşündüklerini ifade edebilmelidir. Gerçek demokrasilerde düşünce, ifade, inanç ve teşebbüs özgürlüğü son derece önemlidir.
4- Kayyum işlerine son verilmelidir. Milletvekilleri ve belediye başkanları siyasi mülahazalar ve isteklerle apar toplar tutuklanmamalı. Seçilmiş insanlar seçimle gelip seçimle gitmelidirler. Bir yerde suç varsa orda siyasiler değil mahkemeler devreye girmelidir.
5- Her alanda katılımcılık olmalıdır. Toplumun bütün kesimleri sadece seçme seçilme ile değil; üretime, yaratılan katma değere ve yönetime katılabilmeli, fikirlerini söyleyebilmeli, denetim görevini yerine getirebilmelidir. Yani birlikte yönetim olmalıdır.
6- Çoğulculuk esas alınmalıdır. Toplumdaki çoğulculuk, çok seslilik, çok renklilikten korkulmamalı; bunlar birer zaaf noktası olarak değil toplumun zenginliği olarak görülmelidir. Çoğunlukta olmanın azınlığı baskı altına aldığı, hayat tarzına müdahale ettiği bir toplumsal yapı yerine azınlığın da haklarının korunduğu, söz hakkının olduğu bir yapıya geçilmelidir.
7- Bu çerçevede “âdemi merkeziyetçi” bir yönetim anlayışı esas alınmalı ve bu esas temelinde yerel yönetimler güçlendirilmelidir.
8- 3 Y’ye, yani yasaklara; yolsuzluklara ve yoksulluğa son verilmelidir. Türkiye bu niteliğe sahip insanların da olduğu ve bu nevi kaynaklara sahip bir ülkedir.
9- Anayasada yazıldığı gibi, insan haklarına saygılı, laik, demokratik, sosyal, hukuk devletinin altı doldurulmalıdır. Fırsat eşitliğine dayanan laik ve demokratik bir eğitimin ne kadar önemli olduğunu anlamak için çevremizdeki ülkelere bakmak yeterlidir.
10- Bu çerçevede şeffaf ve hesap verebilir yönetim olmalıdır. Yapanın yanına kar kalmamalı. Kamuda liyakat esas alınmalı, her kim olursa olsun devlette görev alanlarda yetki ile birlikte sorumluluk olmalı. Bu benim özlediğim demokrasi, bu bizim özlediğimiz hukuk devleti.
Ekonomiye gelince: işsizlik ve yoksulluk akla geliyor. Gelir dağılımı geçtiğimiz yarım asrın nerdeyse en adaletsiz göstergelerini sergiliyor. En zengin % 20 ile aşağıdaki en fakir %20 arasındaki uçurum tamı tamına 11 kat olmuş. Yoksulluk, işsizlik ve gelir dağılımındaki adaletsizlik azalacağına her geçen gün daha da artıyor.
Resmi rakamlara göre işsizlik %15 civarında, gayrı resmi rakamlarla bakıldığında oranın bunun iki katı olduğu görülüyor. Özellikle genç nüfusta, hele hele üniversite mezunları arasında var olan işsizlik dayanılmaz boyutlara varmış durumda.
İstatistikler, nüfusun yarıya yakınının yoksulluk sınırında, üçte birinin açlık sınırında yaşadığını gösteriyor. İşsizler, evsizler, geliri olmayan aileler, kırsal alanda toprağı tırpanı olmayanlar açlık sınırı ile karşı karşıya. Yani insani olarak yaşamlarını idame ettire bilmek için günlük biyolojik ihtiyaçlarını bile karşılayabilecek bir gelire sahip değiller.
Asgari ücretlilerin, memurların önemli bir kısmı, emeklilerin büyük bölümü, dışlanmış gruplar, ekonomi dışı faaliyetlerle geçinmeye çalışanlar ise açlık sınırında yer alıyorlar.
Öte yandan son yıllarda iktidar yandaşı bir kesim haksız yere zenginleşti, bir çeşit türedi bir yeni zengin sınıfı oluştu. Bu çarpık ve adaletsiz gelir dağılımı, sistemi içinde zengin daha zengin olurken fakir daha fakirleşti.
Çünkü ülkenin önemli milli ve kamusal kaynakları satılarak, birilerine peşkeş çekilerek özelleştirme adı altında, nama yazılı hediye edildi. Üretime dönük yatırımlar durma noktasına geldi. Sabit sermaye yatırımları bu dönemde hemen hemen hiç yapılmadı. Kentlerde nüfus emme kapasiteleri yaratılmadı. Buna karşın inşaat ve getirimci ekonomisi son yılların gözde sektörleri olarak öne çıktı. Oysa esas olan üretimdir, beton yenmez. Öte yandan esnaf kan ağlıyor, gün geçtikçe kapanan kepenk sayısı da artıyor. Döviz almış başını gidiyor, enflasyon bir türlü indirilemiyor, faiz ha keza… %60-70’in üstünde bir enflasyon dayanılmaz bir hayat pahalılığı söz konusu.
Benzin dünyanın en pahalı yakıtı haline geldi. Tarım sektöründe çalışan köylü mazot alamaz durumda.
Şimdi seçimden sonra yeni bir yapılanma ve yeni bir şekillenme beklentisi var.
O halde ne yapılmalı?
1- 3 B’ye geçilmeli: Bazen sembollerle konuşmak hafızada yer açmak için önemli. Örneğin “Üç Y’ye (yasaklara, yolsuzluklara ve yoksulluğa) son verilmeli demiştim. Burada da Üç B’yi anmak yerinde olacak. Yani; 1)Barışacağız 2)Büyüyeceğiz 3)Adil bölüşeceğiz. Toplumsal Barış meselesi sadece siyasi bir mesele değil aynı zamanda ekonomiyi de derinden etkileyen bir meseledir. Çünkü büyümek için ekonomik istikrar gerekli; ekonomik istikrar için siyasi istikrar şart; siyasi istikrarın da temel ön koşulu ve sigortası toplumsal barış ve demokrasidir.
2- Büyüme zenginleşme ve adil bölüşüm için olmazsa olmaz koşuldur. Paylaşmak için üretmek gerekir, üretmek için de büyümek gerekir. Yoksulluk paylaşılmaz. %7 Büyüyen bir ekonomi hedefi güç dengelerinin doğuya kaydığı bu konjonktürde önemli ve gereklidir. Peki diyelim ki büyüdük adil bölüşüm topluma nasıl yansıyacak? Özellikle dar gelirlilerin, geniş yoksul yığınların geçim derdi çektikleri biliniyor. Bizim geleneğimizdeki “komşusu aç yatan tok bizden değil” sözü bile birçok şeyi açıklıyor. Kimsesizlerin kimsesi olmak, sesi çıkmayanların sesi olmak önemli burada. O yüzden her aileye ev, her eve bir çalışan/maaşlı olmalı. Çalışanların açlık sınırından kurtulması için asgari ücret enflasyona göre yeniden ayarlanmalı…
3- Tarım ve hayvancılıkla iştigal edenler zor durumda. Toprak suya insanlar da toprağa hasret. Modern tarım yapılamıyor. Bir zaman canlı hayvan ihraç eden ülke yanlış politikalar yüzünden kırmızı et ithal eder hale geldi. Tahıl ambarı Türkiye mercimeği buğdayı ithal ediyor. Saman bile dışardan alınıyor. Bir kere girdiler mutlaka ucuzlamalı. Mazot üretici için sabitlenmeli. Modern tarım ve hayvancılık için ucuz ve kolay ulaşılabilir kredi başta olmak üzere bütün teknik donanımlar sağlanmalıdır. Tarıma dayalı sanayi öncelikli olmalı, Türkiye’nin tarım potansiyeli göz önüne alınarak bu coğrafya Avrupa’nın organik tarım ve hayvancılık merkezi haline getirilebilir. Bu meyanda Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesi yeniden gözden geçirilmelidir.
4- Yaratılan katma değer tabana yansıtılmalı, Kişi Başına Milli Gelir 15.000 Dolar seviyesine çıkarılmalıdır. Bunun için savurganlığa son verilmeli; enflasyon kademeli olarak önce %15e, sonra %5’e indirilirken faiz %7’ye çekilmelidir. Endüstri 4.0’ın bütün gerekleri yerine getirilerek Türkiye bir lojistik üstü haline getirilmelidir.
5- Çağımızda enerji önemli, ama enerjinin nasıl elde edildiği de önemlidir. Artık esas olan çevre dostu, doğayı ve insanı merkeze alan sürdürülebilir kalkınma ise burada çevre ve doğayla uyumlu insana zarar vermeyen enerji önem kazanıyor. O nedenle temiz ve yenilenebilir yeşil enerjiye geçilerek, termik santraller sınırlandırılmalıdır.
6- Ve en önemlisi artık getirimci dönemi bitmeli; üretim ve adil paylaşımı esas alan bir ekonomi, markalaşma teşvik edilmelidir. Patent sayısı attırılmalı, teknoloji öne çıkarılmalıdır. Yıllardır bitirilemeyen GAP projesi artık tamamlanmalıdır.
7- Artık ülke “teka off” (kalkış) aşamasına geçmeli. Tarım, Ticaret, Turizm ve Teknolojinin kalkınma sürecinde bütünleşmiş bir biçimde ele alınması ve bunlara ilişkin yatırımların behemehâl yapılması gerekir. Bunlar artık sözde kalmamalı öz olarak mutlaka yapılmalıdır. Kentlerin eski dokusu yenilenerek, tarihi dokusu kullanılarak korunmaya alınmalı ve yeni kentsel gelişme alanları açılmalıdır.
Türkiye ekonomisinde ani duruş riski giderek artıyor. İnsanlar haklı olarak tedirgin. Ekonomik krizden ekonomik bunalıma doğru gidiyoruz.
Asıl soru şu: “Buraya nasıl gelindi?” Çünkü teşhis doğru yapılmazsa tedavi de doğru olmaz. Nasıl oldu da peş peşe birbirini izleyen süreçler ekonomiyi çökme noktasına getirdi. Bir çırpıda akla gelenlere bakalım:
Tek adamlık hırsı,
Sosyal Güvenlik Devletinden, askeri harcamaları öne alan Milli Güvenlik Devletine geçilmesi,
Baskı ortamı, hukuka olan güvensizlik,
OHAL sivil darbesi, mevcut hükümetin bu gelişmelere seyirci kalması,
Üretimin savsaklanması, vatandaşı borca boğmaya dayanan popülist politikalar izlemesi…
Bütün bunların sonucunda piyasalarda güven kaybı yaşandı. Sonuç: Dolar kuru ve faizler dizginlenemez hale geldi.
Buna karşın hükümet (çözüm bulacağına)ne diyor? Dış güçler, Türkiye kurulan tuzak, dış borç ödemeleri vs. Bir kere dolar kurunda gelinen bu nokta, hükümetin söylediği gibi yüksek borç geri ödemeleri nedeniyle yaşanan geçici bir durum değil. Bunun nedeni kendilerinin ülkeyi borç batağına sürüklemeleridir. Bu bir.
İkincisi, sanayii, teknoloji ve üretim yerine ülkeyi borca batıran politikalardır.
Üç, aldığı parayı betona yatıran yanlış ekonomi politikalardır.
Dört, Türkiye’nin brüt dış borcunun 450 milyar doların, şirketlerin net döviz borcunun 222 milyar doların üzerine çıkmasıdır.
Şimdi bu tabloyu düzeltmek yerine işin kolayına kaçarak, ‘Türkiye’ye tuzak kuranlar’, ‘dış mihraklar’ sözleriyle durum idare edilemez artık. Bu sözlerin bir kıymeti harbiyesi kalmadı, artık deniz bitti. Diyorlar ki 25 Haziranda düzelteceğiz. Peki, şimdi niye düzeltmiyorsunuz? 25 Haziranda düzeltebilen şimdi de düzeltir. Topluma kastınız mı var? Yoksa bu bir oy şantajı mı? Hayır, düzeltemezler, bahane üretiyorlar. Oysa İktidar koltuğu bahane bulunacak yer değil, çözüm bulunacak yerdir. Çözüm üretemeyenler daima zulüm üretirler.
SONUÇ
Sorun, dışa bağımlı olan ekonominin, içte de, yağma ve talan için bilinçli olarak çökmesi ve sonunda, kaynak (finansman) sıkıntısının başlamış olmasıdır. Geniş kitleleri yoksullaştıran ama yönetici oligarşiyi zenginleştiren yağma ve talan ekonomisi son yıllarda belirgin hale gelmişti zaten. Bu da beş biçimde finanse edildi:
1) Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan yatırımlarla üretilmiş olan değerler satıldı.
2) Kentsel getirim için toprak yağması yapıldı.
3) İhale yasası 187 ayda 186 kez değiştirildi. İstenilen firmalara yatırımlar, istenilen koşullarla verildi.
4) Vergiler arttırıldı.
5) Borçlanıldı.
Bitmedi. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü gibi büyük yatırımlar, kaynak yetersizliğinden dolayı çok yüksek bedellerle ve hazine garantisi verilerek finanse edildi. Kanal İstanbul projesi (güya)başlatıldı.
Bu süreci sonunda, tarım sektörü geriledi, çiftçi yoksullaştı, Türkiye saman bile ithal eder hale geldi. Sanayi sektörü yüksek teknolojik katma değer üretimine yönelemedi, üretim ve verimlilik artışı sağlanamadı; ihracatın neredeyse yüzde 80’i ithalata dayalı hale geldi. Ekonomik hayat sadece inşaat sektörünün öncülüğüyle döndürülmeye çalışıldı. Sonunda, satılacak mal ve hizmet, alınacak vergi, kullanılacak kredinin sınırlarına ulaşıldı.
İşte bugünkü doların artışı, bu sınırlara ulaşılmasından dolayı, talan ve soygunun finansmanı için bulunacak kaynakların çok pahalılaşmasından kaynaklanmaktadır.
Bu krizin ilacı, ekonomik karar alma mekanizmalarını, ülkeyi talan eden ve artık tek kişiye indirgenmiş olan küçük bir oligarşik azınlığın elinden alıp demokratik olarak belirlenmiş bir “ortak aklın” denetime vermektir… Bunun yolu da demokratik kurum ve kuralların sadece temel hak ve özgürlükler ve eğitim alanında değil, ekonomi konusunda da devreye girmesidir. Ve iktidar değişimidir…
Keşke bu değişim, bizi bekleyen seçim sürecinde, küresel konsorsiyum ve Vatanseverler arasında gerçekleşecek diyebilseydim.
Atatürk, Kurtuluş Savaşımız sonunda, büyük emperyalist oyunu yırtıp atarak, bir daha böyle tuzaklara düşmeyelim diye “TÜRK TARİH TEZİNİ” anlatan dört cilt olarak tarih kitabını hazırlattı.
Buna bağlı olarak da gerçek Türk Tarihini anlatan Tarih Kitapları hazırlattı.
10 Kasım 1938’de Atatürk vefat edince, maalesef bu kitapların hepsi hemen rafa kaldırıldı…!
Amaç, Türklerin geçmişi ile olan bağlarını kopartmaktı!
1946 da Truman Doktrini Kabul edildi.
1947 yılında Hilts Raporu kabul edildi.
1948’de Marshall Yardımı kabul edildi!
1949 yılında Türkiye-ABD bir anlaşma imzaladı.
Anlaşmanın bir adı, “Fullbright Eğitim Komisyonu”, diğer adı ise; “Türkiye-ABD Kültürel Mübadele Komisyonuydu!
Bilinçli, planlı, programlı, sistemli olarak yapılıyor, hemen her alanda zamana yayılmış bir çökertme stratejisi izlendi.
Amaçları, Laik ve Demokratik Atatürk Cumhuriyeti’ne yüzüncü yılını göstermemekti, kısmen de olsa bunu başardılar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bıraktığı Cumhuriyet Türkiye’miz için, son bir dönemeç kaldı dostlar, ya döneceğiz, ya tamamen savrulacağız.
Karar sizindir!

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?