Aziz Nesin yıllar önce noktayı koymuştu:
“Türkiye’de kimse kazık kendisine girmedikçe, başkalarının yediği kazıkla ilgilenmez.”
İşte bu söz, bu toplumun utanç vesikasıdır. Çünkü biz, başkalarının uğradığı haksızlığa kör kalan, zulmü görmezden gelen, menfaati uğruna sessizliği erdem sanan bir topluma dönüştük.
Komşusunun hakkı yenirken susan, işçisinin emeği çalınırken görmezden gelen, iktidarın keyfi uygulamaları karşısında “benim işime karışmıyor” diye avunan kitlelerden adalet mi çıkar, demokrasi mi? Çıkmaz. Çıkmadı da zaten. Bugün sokaktaki fahiş fiyatlardan, işsizlikten, liyakatsizlikten, kaybolan özgürlüklerden şikâyet edenlerin çoğu, dün başkasına yapılan adaletsizliğe ses çıkarmayanlardır.
Toplum, kendi acısı dışında hiçbir acıya kulak vermediği için bugün hep birlikte yanıyoruz. Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, hukuksuzluğun kök sebebi tam da bu duyarsızlıktır. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” diyen zihniyet, aslında kendi celladına kucak açtığının farkında bile değil.
Zalimler, sustukça güçlenir. Haksızlık karşısında sessizlik, suç ortaklığıdır. Bugün başkasının hakkı yenilirken ses çıkarmayan, yarın kendi hakkı gasp edildiğinde çığlık atsa da kimse dönüp bakmaz. Çünkü bu düzenin devam etmesini sağlayan şey tam da bu suskunluktur.
Aziz Nesin’in sözü bir teşhis değil, tokattır aslında. Ve bu tokat hâlâ suratımızda patlıyor. Artık ya bu duyarsızlıktan silkelenip uyanacağız ya da başkalarının yediği kazıkla alay ederken, hep birlikte daha derinlere gömüleceğiz.
Diğer bir husus Türkiye’nin içler acısı durumunun ortada olması gerçeği . Ekonomi çökmüş, adalet yerle bir olmuş, gençler umutsuz, toplum yoksullukla boğuşuyor. Fakat gelin görün ki, ülkenin kaderini ellerinde tutan partiler, hâlâ kayıkçı kavgasından medet umuyor. Birbirlerine laf yetiştirmek, gündem değiştirmek, tribünlere oynamak… İşte siyaset dedikleri bu!
Gerçek sorunları konuşmak yerine sahte tartışmalarla vakit harcayan siyasetçiler, aslında milletin aklıyla alay ediyor. Birinin dediğini diğeri yalanlıyor, öteki onu çürütmeye çalışıyor; ama sonuç? Vatandaşın tenceresi hâlâ boş, işsiz hâlâ işsiz, genç hâlâ umutsuz.
Sanki bu kavgalardan ülkenin sorunları çözülecekmiş gibi, medya ekranlarında saatlerce birbirlerini yiyip duruyorlar. Halkın derdine çare olmak yerine, kendi küçük hesaplarının, koltuklarının, çıkarlarının kavgasını veriyorlar. Bu manzarayı izleyen milyonlarca insanın gözünün içine baka baka yapıyorlar bunu.
Asıl utanılacak olan işte budur. Memleket yangın yerine dönmüşken hâlâ kayıkçı kavgasına tutuşmak, ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Çünkü bu kavga, sadece halkın dikkatini dağıtmak için kullanılan bir sis perdesidir.
Siyasetçinin görevi laf dalaşı yapmak değil, çözüm üretmektir. Ama bizde siyaset, çözüm değil sorun üretme mekanizmasına dönüşmüş durumda.
Artık milletin, bu kayıkçı kavgasını seyretmek yerine, gerçekleri görmeyen bu zihniyete “dur” deme zamanı çoktan gelmiştir. Çünkü Türkiye’nin kayıkçı kavgasına değil, akla, adalete ve çözüme ihtiyacı var.