Gündem

Uğur Mumcu'yu saygıyla, özlemle anıyoruz...

Gazeteci Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden tam 29 yıl geçti.

Uğur Mumcu'yu saygıyla, özlemle anıyoruz...
24-01-2022 00:42

Türkiye basın tarihinde haberleri, yazıları, dosyaları ve kitaplarıyla büyük bir iz bırakan gazeteci Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden tam 29 yıl geçti. 24 Ocak 1993’te, Ankara’nın o karlı ve soğuk gününde henüz çocuk olup patlamanın sesiyle sarsılanlar bugün orta yaşlarına merdiven dayadı. Suikastin işlendiği gün, sonradan Mumcu’nun isminin verildiği Karlı Sokak’ta “devlet büyüklerinin geleceği” gerekçe gösterilerek çalı süpürgesiyle delillerin süpürülmesi, 29 yıllık süreçte yaşanacakların habercisi gibiydi.

Mumcu cinayetiyle ilgili yüzlerce sayfalık Meclis Araştırma Komisyon Raporları, dava dosyaları birikti. Varılan sonuç kimseyi ikna etmedi.

Bugüne kadar gizli kalan sırların aydınlanması için hâlâ bir tuğlanın çekilmesi bekleniyor!

SORUŞTURMAYA EL KOYAN DGM SAVCISI

24 Ocak 1993 günü, Uğur Mumcu’nun arabasına binmesinin ardından, Çankaya’da yankılanan büyük bir patlama sesi duyuldu. Kısa süre içinde bombanın, Mumcu’nun arabasında patladığı anlaşıldı. Emniyet ekipleri olay yerine geldi.

Ankara’da Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü haberi yayıldıkça, olay yerine gelen insanların sayısı da artıyordu.

Ankara’daki 1. Bölge Nöbetçi Savcısı olan Ahmet Soylu da olayı TRT’nin geçtiği haberden öğrenir öğrenmez suikast bölgesine gitti. Karşısında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) Başsavcısı Nusret Demiral’ı buldu. Demiral, Savcı Soylu ’ya ‘olayı kendilerinin soruşturacağını’ söyledi. Soylu, tuttuğu bir tutanakla olay yerinden ayrıldı. Mumcu dosyası, artık DGM savcılarındaydı.

ÇALI SÜPÜRGESİNİN TOPLADIĞI ‘DELİLLER’

Patlama sonucunda parçalar yaklaşık 150 metre yarıçapında bir alana dağılmıştı. Delillerin sağlıklı toplanabilmesi için güvenlik kuşağı oluşturulması gerekiyordu. Güvenlik kuşağının da patlama merkeziyle en uzağa fırlayan parça arasındaki uzaklığın bir buçuk katı alanı kapsaması gerekiyordu.

Zaman geçtikçe, alana gelenlerin sayısı arttı. Kimlerine göre polisler çalı süpürgesiyle yerleri süpürerek delil topluyordu; kimilerine göre ise devlet büyükleri geleceği için görevliler bölgeyi temizliyordu. Sonuç olarak, çalı süpürgesiyle patlamanın olduğu alan temizlendi. Bunun yarattığı sıkıntı, soruşturma devam ederken, sonraki günlerde ortaya çıkacaktı.

“SİYASİ İKTİDAR İSTERSE ÇÖZER"DEN, “BİR TUĞLA ÇEKERSEK DUVAR YIKILIR”A

Nusret Demiral, Ankara’daki birçok kritik soruşturmayı yürüten bir savcıydı. Sivas Katliamı dosyasına da o bakmış, katliamın tahrik sonucu olduğunu, bunun sorumlusunun da ‘sol ve Aziz Nesin’ olduğunu söylemişti.

Demiral, Uğur Mumcu cinayeti soruşturması için asker kökenli DGM Savcısı Ülkü Coşkun’u görevlendirdi.

Türkiye’deki bütün güvenlik güçleri, istihbaratçılar alarma geçti. Mumcu cinayetinin çözülmesi gerekiyordu. Açıklama yapan bütün siyasiler, kamu görevlileri cinayetin çözülmesi için namus sözü veriyordu.

Soruşturma devam ederken garip şeyler de yaşandı. Mumcu’nun katledilmesinin ardında bulunduğu düşünülen örgütlerin peşine düşüldü. Tanıklar ortaya çıktı, itirafçılar konuştu, arka arkaya operasyonlar yapıldı ancak bir sonuç elde edilemedi.

Savcı Ülkü Coşkun, Mumcu Ailesi’ne, daha sonra söylemediğini iddia ettiği şu cümleyi kurdu:

“Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer."

O günlerde kurulan ve siyasi tarihimize geçen bir diğer cümle de, 10 Temmuz 1993’te Emniyet Genel Müdürü yapılan Mehmet Ağar’a aitti:

“Öyle bir şey ki, bir tuğla çekersek duvar yıkılır.”

Mehmet Ağar da yıllar sonra böyle bir şey söylemediğini ileri sürdü.

SERBEST BIRAKILAN İSİM FİRAR ETTİ

Mumcu’yu öldürenler aranırken, soruşturmayı yürütenler İslami Hareket Örgütü üzerinde durdular. 26 Ocak 1993’te, yani Mumcu’nun ölümünden iki gün sonra sabah 9:45’te Emniyet’e bir ihbar telefonu geldi. İhbarda adresi verilen evde, örgütün önemli isimlerinin bulunduğu ve şüpheli davranışlar sergilediği söyleniyordu. Polis harekete geçti ve evdekileri yakaladı: Şefik Polat ve Necmi Aslan gözaltına alındı.

Ankara polisi, gözaltına alınan isimlerin önemini kavrayamadı. İstanbul polisine de bu isimlerle ilgili ellerinde bilgi var mı, diye sormayı çok geç akıl etti. Gözaltına alınan kişiler, serbest bırakıldı. İstanbul polisi de serbest bırakılan kişilerin örgütün önemli isimlerinden olduğunu söyledi. Serbest bırakılanlardan Necmi Aslan tekrar yakalanabildi ama Şefik Polat çoktan firar etmişti.

Bunun nasıl olduğu tartışılırken, soruşturmada Mumcu’yu tehdit edenlerin tespit edilmesine çalışılıyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara bürosundan, Mumcu’ya gelen telefonların listesi alındı. Ama savcı Ülkü Coşkun, Mumcu’nun evine gelen telefonların kaydını sormadı.

ADALET BAKANLIĞI SAVCI HAKKINDA SORUŞTURMA BAŞLATTI, MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI KAPATTI

Coşkun’un soruşturmayı savsakladığı, delilleri toplamadığı şüphesi giderek artıyordu.

Nusret Demiral'ın; Güldal Mumcu ve avukat Emin Değer’e söylediği "Devlet isterse çözer, siz güçlü ailesiniz. Hükümette gerekli baskıyı oluşturun, gerekli mesaj ve talimat verilsin, çözümlensin ya da bu birimleri doğrudan bana bağlatın, ben de söz veriyorum, çözerim" demesi unutulmadı.

Mumcu Ailesi soruşturmayı yürüten Ülkü Coşkun’un görevini savsakladığını belirterek şikayetçi oldu. Adalet Bakanlığı, müfettiş görevlendirerek Coşkun hakkında soruşturma başlattı. Adalet Bakanlığı müfettişleri, Coşkun’un eksikliklerini sıraladılar ve kararlarında şu ifadelere yer verdiler:

"Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayı ile ilgili olarak oluşturulan hazırlık kağıtlarının incelenmesi ve yukarıda açıklanmasına çalışılan kimi konulardan da anlaşılacağı üzere;

Soruşturmayı yürütmekle görevlendirilen DGM savcısı Ülkü Coşkun'un, toplumda derin tepki uyandıran ye kamuoyunun çok yakından ilgilendiği anılan olayda, yukarıda belirtilen biçimde, doğrudan icra etmesi gereken kimi işleri yerine getirmemek suretiyle, arzulanan özveri ve duyarlılığı göstermediği izlenimini uyandıracak tutum izlediği, ‘Bu işi Devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözülür’ biçimindeki sözleriyle, olaya bakış açısını dile getirdiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.

Uygulanması düşünülen işlem: Hâkim Kıdemli Bnb. Ülkü Coşkun hakkındaki soruşturma maddesi gerçekleştiğinden, (DİSİPLİN CEZASI TAYİNİ) gerektiği düşünülmüştür."

Müfettişler, savcı Ülkü Coşkun’a disiplin cezası verilmesini istedi. Coşkun’un asker olması nedeniyle dosya Millî Savunma Bakanlığı’na gönderildi. Ancak Millî Savunma Bakanlığı Coşkun hakkındaki dosyayı kapattı. Coşkun sonraki süreçlerde terfi aldı.

Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay, savcılarla ilgili yaptığı açıklamada, bir yaptırımda bulunamadığını, Nusret Demiral’ın tayini için hazırlanan kararnamelerden de bir sonuç çıkaramadığını söyledi.

Belli ki birileri savcıları koruyordu…

MECLİS’TE FAİLİ MEÇHUL KOMİSYONU KURULDU

Mumcu cinayetinde savcıların yürüttüğü soruşturmada elle tutulur bir sonuç çıkmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde faili meçhul cinayetleri araştırmak için komisyon kuruldu. Aralarında Uğur Mumcu’nun da olduğu birçok cinayeti araştıran komisyon, 1995’te çalışmalarını yaptı ve raporunu açıkladı.

Raporda, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili yürütülen soruşturmaya dair çarpıcı tespitler yer aldı. Raporu hazırlayan milletvekilleri, "İdarenin yanlış yapan kamu görevlisini ne pahasına olursa olsun savunması gerektiği, uygulaması ve düşüncesinden vazgeçilmesi sağlanmalı. Devlet, kendi içerisinde görev suçu işleyenleri ne pahasına olursa olsun yargıya teslim etmelidir" ifadelerini kullandı.

MİLLETVEKİLLERİ DE SAVCILARDAN ŞİKAYETÇİ

Meclis raporunda, DGM Başsavcısı Nusret Demiral ve DGM Savcısı Ülkü Coşkun’la ilgili soruşturma açılma talebi de yer aldı. Milletvekilleri yaşadıklarını şöyle anlattı:

“Nedeni tarafımızca anlaşılamayan bir nedenden ötürü, komisyonumuzun çalışmalarını engelleyen ve hukuka aykırı olarak Emniyet Müdürlüğü’nün bilgi ve belge akışını kesen, komisyonumuzun görev alanına giren faili meçhul siyasal cinayetlerle ilgili bilgi ve belgeleri komisyonumuza vermeyen, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun'un eylem ve işlemlerinin takdiri için raporun bir örneğinin Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu’na tevdii..."

MECLİS’TE MUMCU CİNAYETİ KOMİSYONU: BİLGİ VERMEKTEN KAÇAN SAVCI

1997'de ise Meclis'te Uğur Mumcu cinayetini araştırmak için komisyon kuruldu. Komisyonun raporunda da Nusret Demiral'la ilgili çarpıcı satırlar yer aldı:

"Emekli Ankara eski DGM Başsavcısı Nusret Demiral, Komisyonumuza iki defa bilgi vermek üzere davet edilmiştir. Nusret Demiral, 24/02/1997 tarihli yazısında 'Mumcu cinayetinin, halen Ankara DGM Savcılığında devam ettiği, araştırma komisyonunun yargısal bir görev üstlenemeyeceği, görevde iken de bu konuda bilgi ve belge vermediğini, bundan böyle de bilgi vermeyeceğini belirtmiş, ikinci defa da aynı mahiyette bir cevap vererek komisyona gelmekten ısrarla kaçınmıştır. Uhdesinde hiçbir yargısal görev bulunmamasına rağmen, DGM'nin tüm görevli savcılarının bilgi vermesine karşılık Nusret Demiral'ın bilgi vermekten kaçınmasının sebeplerinin irdelenmesi gerektiği kanaatini oluşturmuştur."

SAVCIDAN “AKLIMA GELMEDİ” SAVUNMASI

Meclis komisyonu Ülkü Coşkun’u da dinledi. Coşkun, “Uğur Mumcu'nun telefonla konuştuğu numaraları PTT'den sormanın akıllarına gelmediğini” söyledi. Deneyimli bir DGM Savcısının bu sözleri ciddiyetsiz bulundu. Milletvekilleri hazırladıkları raporda konuyla ilgili “Mumcu'nun telefon konuşmalarının soruşturulmadığı, incelenmediği, zamanında kayıtların PTT'den alınmadığından kayıtların silinmesine sebep olunduğu kesinleşmiştir. Bu konuda DGM Savcılığının görev kusuru olduğu, kanaat ve sonucuna varıldığından ilgililer hakkında soruşturma açılmalıdır” ifadelerini kullandı.

GÜVENLİK BÜROKRASİSİ NELER SÖYLEDİ

1997’de kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili çok sayıda tanığı dinledi.

Uğur Mumcu öldürüldüğünde İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olan, komisyona ifade verdiğinde ise İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı görevini yürüten Hanefi Avcı, cinayetle ilgili istihbarat örgütlerine dikkat çekti.

Yine komisyona ifade veren MİT Bölge Başkanı Dursun Özbek de, saldırının çok profesyonelce olduğunu, saldırının istihbarat servislerinin işine benzediğini kaydetti.

Bunu anlamanın yolu ise, bombanın cinsini ve içeriğini öğrenmekten geçiyordu. Bombayla ilgili ne kadar bilgi sahibi olunursa, bombanın üretildiği ülke de o kadar net tespit edilebilecekti. Bu da saldırının arkasındaki gücü ortaya çıkarmak için büyük bir fırsattı.

Komisyonda polis yetkilileri de dinlendi. Birçoğu, soruşturmanın üst düzeyde takip edilmesinin polis üzerinde baskı oluşturduğunu, bu durumun polisi temkinli ve çekingen yaptığını söyledi.

ÇALI SÜPÜRGELERİNİN SEBEBİ ORTAYA ÇIKTI: OLAY YERİNDEN YANMAMIŞ PARÇA ELDE EDİLEMEDİ”

Soruşturmanın ilerlememesindeki temel neden ise, delillerin azlığıydı. Dosyada görev yapan polis şefleri, ellerindeki yegâne şeyin ekspertiz raporu olduğunu kaydettiler.

Peki, başka delil bulunamaz mıydı? Olay yerinden alınan parçalar yeniden incelense bir sonuç çıkar mıydı?

Komisyon üyeleri bu soruları olay yerinden elde edilen parçaları inceleyen Kriminoloji Laboratuvarı Başkanı Muhittin Kaya'ya sordu. Kaya, olay yerinden elde edilen parçaların hepsinin tek tek işlemden geçirildiğini, yapılabilecek bütün deneylerin yapıldığını söyledi. Ama Kaya’nın bir keşkesi vardı: “Yanmamış bir parça olsaydı, kompozisyon içindeki bütün maddelerin tespiti mümkün olacaktı. Yanmamış bir parça olsaydı, patlayıcı maddenin hangi ülkenin yapısı olduğunun tespiti mümkündü. Ama… Olay yerinden yanmamış parça elde edilemedi.”

Kaya’nın bu sözleri olay günü yaşananları hatırlattı. Patlamadan kısa süre sonra oluşturulması gereken güvenlik kuşağı oluşturulmamış, ortaya çıkan çalı süpürgeleri her yeri süpürmüştü. Olay yerinden elde edilebilecek işe yarar delil artık yoktu!

TEK UMUTTU AMA… BOMBALARIN BİR KISMI İMHA EDİLDİ BİR KISMI KAYBOLDU

Bombanın tespiti için tek umut, İstanbul’daki operasyonlar sırasında 26 Ocak 1993’te ele geçirilen C4 plastik patlayıcıydı. Patlayıcı İslami Hareket Örgütü’ne yönelik operasyonda ele geçirilmişti ve Mumcu cinayetinde kullanılan bombaya benzer özellikteydi.

Bu bombaların incelenmesiyle bir adım atılabilirdi, ancak… Bombaların bir kısmı 3 Şubat 1993’te imha edildi. Kalan kısmı ise kayboldu!

Meclis komisyon raporunda bu ucube durum şöyle anlatıldı:

“Ele geçen (68) kg'lık C4 patlayıcının 03/02/1993 tarihinde sadece bomba uzmanı polis memurları tarafından düzenlenen bir tutanakla alelacele TCK'nun 189. ve 264. maddeleri kapsamında olması gerekçesi gösterilerek bunun 43 kg'nın imhası imza altına alınmıştır. Geri kalan 25 kg. patlayıcının akıbeti konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Patlayıcıların imhasının mekânı, imha tarzı, gerekli açıklamalara esas tahliller, nitelikleri belirlenmeden imha edilmelerinin mevzuata göre irdelenip diğer hususların da ayrıca incelenmesin uygun olacağı kanaatine varılmıştır.”

Böylelikle patlayıcıların karşılaştırılma ihtimali yok edildi…

Uğur Mumcu cinayeti ve İstanbul’da ele geçirilen bombaların nereden bulunduğu da merak ediliyordu. Temininin çok zor olduğu bu patlayıcıların, askeri depolardan çalınmış olma ihtimali vardı. Ancak DGM savcılığı, bu ihtimali araştırmadı bile.

MİLLETVEKİLİNİN İTİRAFI

Uğur Mumcu cinayeti araştırılırken, Türkiye’de soruşturulan bir diğer konu da Susurluk’tu. Meclis Susurluk Komisyonu’nda Milletvekili Eyüp Aşık dinlendi. Aşık, faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonunda görev yapmış, Mumcu cinayetini araştırmıştı.

29 Ocak 1997’de Susurluk Komisyonu’nun toplantısında Aşık’ın ağzından şu kelimeler döküldü:

“Başkan Doğru Yol Partiliydi, arkadaşımız Sadık Avundukluoğlu hem başkan hem ben yani Uğur Mumcu cinayetini biz çözdük; ama, ne zaman elimizi uzattıysak elimizi geri ittiler ve kanaatimiz devletin bazı makamları bu işi biliyor diye açıklama yapmıştık televizyondan Türk milletine 1 sene 1,5 sene evvel bunu açıklamıştık, açıklamak zorunda kalmıştık.

Yani biz bu işlerle uğraştık, uğraştık cinayeti bir iki sefer çözecek olduk; ama, işte ya Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı bu işle uğraşmayın dedi, ya bilmem emniyetteki adam bizim soruşturmaya çağırdığımız adamı kalktı götürdü polis Reha Muhtar'ın programına götürdü veya Reha Muhtar getirdi bizi sabote etti bilmem ne. Yani neticede anladık ki devlet bu işin önünün devletin bazı adamları bu işin önünü kesiyor dedik ve çıktık bunu açıkladık.”

YILLAR SONRA DAVA AÇILDI

Soruşturmanın nereye varacağı merakla bekleniyordu. Günler geçtikçe umutlar da azalıyordu…

Mumcu cinayetini aydınlattığı iddia edilen Umut (Uğur Mumcu Uzun Takip) Operasyonu ise Ocak 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Beykoz'daki villasına yapılan baskında bulunan hard disklerin incelenmesinden sonra başlatıldı. Diskten elde edilen bilgilerden, İstanbul'da “Tevhit - Selam/Kudüs Ordusu” adlı örgütün İran bağlantısıyla Türkiye’de birçok eylem yaptığı şüphesi doğdu.

Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, konuyla yakından ilgileniyordu. Yapılan soruşturma temmuz ayında tamamlandı. 11 Temmuz 2000'de Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok cinayetlerini de içeren 18 olayı kapsayan "Umut Davası"nda 15'i tutuklu, 17 sanığın yargılanmasına başlandı. İddianamede, Mumcu'nun aracına konan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı ve araca Necdet Yüksel'in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği ifade edildi.

İlk yargılama sonunda sanıklardan Necdet YükselRüştü Aytufan ve Ferhan Özmen'e "Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Örgütün İran bağlantısını sağladığı iddia edilen Ali Akbulut, Selahattin Eş, Ahmet Cansız, Aydın Koral ve firari sanık Oğuz Demir hakkındaki dosya ayrıldı. 2009 yılında mahkeme Türkiye’ye gelerek ifade verecek olanlara “tutuklanmama garantisi” verdi. Bunun üzerine Selahattin Eş, Türkiye’ye gelerek ifade verdi ve diğer firari sanıkların İran’da olduklarını söyledi. Selahattin Eş, 2015 yılında hükümete yakın Star gazetesinde köşe yazarı oldu!

Yargıtay’ın ve yerel mahkemelerinin çeşitli kararlarının ardından yargılanmayı bekleyen tek kişi ise firari konumdaki Oğuz Demir. Cinayetin arkasında yer alanlar ise ortaya çıkarılmadı.

UMUT davasını yakından takip edenler, yargılananların sadece tetikçiler olduğu görüşünde… Tetikçileri asıl sahibi ise ortaya çıkarılmadı.

“İSTERLER Kİ SUSALIM…”

Uğur Mumcu, Cumhuriyet’teki köşesinden şöyle seslenmişti:

“İsterler ki susalım; isterler ki yazdıklarımızın hiçbiri, hele bu dönemde yazılmasın. Bunun içindir ki, bizleri susturmak için türlü yollara başvururlar. Bizleri susturmak için başvurdukları ve ellerine yüzlerine bulaştırdıkları sinsi girişimleri ile ilgili ipuçları ellerimizdedir! Bunu da bilir, bunların açığa çıkmaması için köşelerinde kıvranıp dururlar.

Evet yazacağız, susmayacağız. Bütün yolsuzlukları, kaçakçılıkları, pislikleri, cinayetleri tek tek sergileyeceğiz.”

Gazeteciliğin dev çınarı 29 yıl önce yaşamdan koparılana kadar susmadı. Yolsuzlukları, cinayetleri, mafyaları, devlet içindeki yapıları yazmaya devam etti.

Mumcu cinayeti gibi birçok saklanan gerçek o örülen duvarın ardında. Duvar sanıldığı kadar güçlü değil. Çökmek için hâlâ bir tuğlanın çekilmesini bekliyor.

25 SORUDA MUMCU CİNAYETİ

90’lı yılların karanlığı kendisini cinayetlerle gösteriyordu. Enseden sıkılan kurşunlar, bombalı paketler, araçlara konulan bombalar.

Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Musa Anter de bu saldırıların hedefi olan isimler arasındaydı.

Bu cinayetlerin işlendiği dönemde, suikastlerin tek elden çıkmış olabileceği kimsenin aklına gelmiyordu. Ancak 2000 yılında başlatılan Umut Operasyonu’nda tam 18 benzer olay birleştirildi ve bu eylemlerin tamamının “Selam/Tevhid-Kudüs Ordusu” adlı örgüt tarafından gerçekleştirildiği iddia edildi. İddiaya göre, 1988-1999 arasında gerçekleştirilen 18 ayrı saldırıyı bu örgüt yapmıştı. Çetin Emeç, Turan Dursun suikastlerinin de aralarında olduğu 5 ayrı eylem ise “İslami Hareket Örgütü” tarafından gerçekleştirilmişti.

Yargıya göre, her iki örgüt, İran’da Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama ile bağlantıya geçip siyasi ve askeri eğitim almışlar, silah ve patlayıcı madde temin etmek gibi faaliyetlerde bulunduktan sonra saldırıları yapmışlardı. Yargı bunları kayıt altına almasına rağmen nedense İran’a uyarıda bile bulunulmadı. 

Uzun zaman tüneli, yargının kayıt altına aldığı tüm bu cinayetlerle ilgili soru işaretlerinin, ilk günkü yerlerinde durduğunu gösteriyor.

""

1.Uğur Mumcu nasıl öldürüldü?

Uğur Mumcu ve ailesi, o zamanki ismiyle Köroğlu Caddesi’nin paralelinde, Çankaya’nın tam ortasında, sakin ve sessizliğiyle bilinen Karlı Sokak’ta oturuyordu. Mumcu, tüm ülkenin tanıdığı, kitapları, yazıları, haberleri ve görüşleriyle en çok dikkati çeken gazetecilerin başında geliyordu. Mumcu, uzun zamandır tehditler alıyordu ve yakın dostlarına kendisine yönelik bir eylem olabileceği kuşkusunu dile getiriyordu. Aslında ülke öyle bir psikoloji altına girmişti ki Uğur Mumcu ya da tanınmış bir başka gazeteciye yönelik saldırı ihtimali kimseyi şaşırtmıyordu. Herkes, kimin tehdit altında olduğunun farkındaydı. Devlet de farkındaydı, ama nedense Mumcu’ya koruma verilmiyordu. Mumcu, her sabah arabasını aynı tedirginlikte çalıştırıyor, telefonları bu şekilde açıyor, bir yere gittiğinde etrafı kolaçan etmek zorunda kalıyordu. Ama vazgeçmiyordu. Silah kaçakçılığından örgütlerin uyuşturucu bağlantılarına, laiklik karşıtı odakların dış bağlantılarından ABD’nin bu kesimlerle ilişkilerine kadar hemen her konuda yazmayı, araştırmayı sürdürüyordu.  24 Ocak 1993 Pazar günü sabahı, Çankaya’nın hemen her yerinden duyulan patlama sesiyle irkildi Ankara. Uğur Mumcu artık yaşamıyordu. Arabasına konulan bombanın patlamasıyla Uğur Mumcu yaşamını kaybetti.

2.Olay yeri inceleme neden eleştiri konusu oldu?

Kısa zaman içinde polis, itfaiye, olay yeri inceleme ekipleri Karlı Sokak’a akın etti. Aile, kendine gelmeye çalışıyordu. Ama devlet için önemli olan olay yeri değildi. Devlet büyükleri gelecekti, hazırlık yapılmalıydı. Elde çalı süpürgesi ile bomba kalıntıları ve diğer kanıtlar süpürülmeye başlandı. Ülkeyi yönetenlerin “namus borcumuz” diyerek aydınlatma sözü verdikleri suikaste ilişkin yargı sürecinin akıbeti de daha o zaman anlaşıldı.

“Üzerime gelmeyin”

3. Soruşturmayı kim yürüttü, sözleri nasıl tarihe geçti?

Dönemin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) görevli askeri savcılarından Ülkü Coşkun, soruşturmada görevlendirilen isimdi. Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral’la birlikte soruşturma için Mumcu’nun evine giden Coşkun’un, “Üzerime gelmeyin, bu işi devlet yapmıştır” şeklindeki sonradan reddedilen sözleri tarihe geçti. Tıpkı dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın aileyi ziyaretinde paylaştığı, daha sonra söylediğini reddettiği “Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” sözleri gibi.

4. Soruşturma nasıl ilerledi?

Kamuoyunun büyük beklentisine rağmen soruşturma çok ağır ilerliyordu.  Uğur Mumcu’nun evini arayanların listesi bile PTT’den istenmiyordu. Ekspertiz raporları televizyon programlarında açıklanıyor, savcılık buna karşı bile işlem yapmıyordu. Bu gelişmelerin ardından Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, Savcı Ülkü Coşkun’un soruşturmayı savsakladığı gerekçesiyle Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Müfettişler, soruşturmadaki ihmalleri ortaya çıkardı. Ancak Coşkun, asker olduğundan Milli Savunma Bakanlığı’nın işlem yapması gerekiyordu. O işlem hiç yapılmadı.

5.TBMM ayrı bir çalışma yaptı mı?

TBMM’de 1997’de çalışmalarını tamamlayan Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu’nun raporu, katilleri işaret etmese de cinayetin adım adım nasıl geldiğini göstermesi açısından önemliydi. Komisyon, Mumcu’nun tehditlere rağmen korunmadığını, savcıların görevi ihmal niteliğinde eylemlerinin olduğunu açığa çıkarttı.

6.TBMM raporunda hangi önerilerde bulunuldu?

TBMM raporunda, sonuç vermeyen şu önerilerde bulunuldu:

Soruşturmayı savsaklayan ve görev kusuru olan DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral ve DGM Eski savcısı Ülkü Coşkun,

Uğur Mumcu'yu koruma konusunda gerekli önlemleri almayan Ankara Valisi ve her kademede görev yapan diğer ilgililer,

Soruşturmanın gizliliğini ihlal eden ve 18.02.1993 tarihinde TRT'de yayınlanan Perde Arkası programına katılarak görüş belirten kamu görevlileri,

Soruşturmanın gizliliğini ihlal eden ve 20.09.1993 tarihinde yayınlanan Ateş Hattı Programına tanık Ayhan Aydın'ı (Not: O dönemki şüphelilerden biri) götüren güvenlik görevlileri,

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli polisler olup, tutanakta (Not: Olay yerindeki bazı kanıtlarla ve şüphelilerle ilgili tutanaklarda tarih oynaması yapılarak, cinayetten sonraki bir tarihin atıldığı kuşkusu doğmuştu) tahrifat yapan ve imha tutanaklarını tanzim edenlerle, diğer ilgili ve görevliler hakkında, inceleme, araştırma ve gerekli soruşturmanın yapılması uygun olacaktır.

7. Bu önerilerle ilgili adım atıldı mı?

Hayır. TBMM komisyonuna emniyetten gelen dosyadan DGM Başsavcısı Demiral’ın gönderdiği, komisyona belge verilmemesi talimatını içeren yazı çıktı. Komisyon üyeleri, bu konuda açıklama üzerine açıklama yapsa da yine sonuç alınamadı. Önerilerin hiçbiri ile ilgili adım atılmadı. Soruşturmanın savsaklanması, Mumcu’nun korunmaması konusunda kimse hesap vermedi. Danıştay 10. Daire, devletin koruma yükümlülüğüne rağmen adım atmaması nedeniyle Mumcu ailesine tazminat ödemesine hükmetmesine rağmen de ihmali olanlar için işlem yapılmadı.

8.Mumcu’nun aracına konulan C-4 patlayıcılar konusunda raporda hangi tespitler yapıldı?

Komisyonun çalışmaları çarpıcı bir bilgiyi de açığa çıkartmıştı. Mumcu, C4 tipi patlayıcı ile öldürülmüştü. Emniyete, elinde C4 olup olmadığı sorulduğunda, daha önce ele geçirilen 68 kiloluk malzemenin 43 kilosunun imha edildiği belirtilmişti. Geri kalan 25 kilo ile ilgili bir bilgi yoktu. Sonradan bu konuda bir tutanak düzenlenmişse de bu tutanakta 25 kilo değil, 250 gram patlayıcının imha edildiği görülüyordu. Geriye kalan patlayıcının ne olduğu ise hâlâ faili meçhul.

9.Cinayeti üstlenen örgüt oldu mu?

Hayır. Ancak 1998’in sonlarında ise Abdullah Argun Çetin adlı, karanlık bağlantıları olan bir kişi medyayı gezerek, Mumcu cinayetiyle ilgili bilgileri olduğunu anlatmaya başladı. Kısa sürede tutuklandı. Çetin’in vereceği bilgilerle cinayetin aydınlanabileceği düşünüldü, ancak bilgileri çelişkiliydi. 23 aylık tutukluluktan sonra Çetin serbest bırakıldı ve umutlar yine boşa çıktı.

10. Cinayetin aydınlatılmasına yönelik Umut Operasyonu nasıl başladı?

Mumcu cinayetini aydınlattığı iddia edilen Umut operasyonu, adını “Uğur Mumcu Uzun Takip” operasyonundan aldı. Operasyon Ocak 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Beykoz'daki villasına yapılan baskında bulunan hard disklerin incelenmesinden sonra başlatıldı. Buradaki bilgilerden İstanbul'da “Tevhit - Selam / Kudüs Ordusu” adlı örgütün İran bağlantısıyla eylemleri yaptığı şüphesi doğdu. Sadece Uğur Mumcu cinayeti değil, aynı örgütün Muammer Aksoy, Bahriye Üçok suikastleri gibi pek çok eyleme imza attığı söylendi.

11.Umut Operasyonu’yla ilgili ilk kuşkular nasıl oluştu?

Bu bilgilerin açığa çıkmasının ardından büyük bir operasyonla iki kişi yakalandı. Bu iki kişiye, Mumcu cinayeti başta olmak üzere Ankara’da işlenen benzer suçlarla ilgili tatbikat yaptırıldı. Her ikisi de cinayetleri kabul ediyor, ayrıntılarla basının önünde bilgi veriyordu. Ancak bu iki ismin, Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik’in asıl şüpheliler olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Her ikisi de işkence altında ifade verdiklerini söyledi. Birkaç gün içinde  Karakuş ve Çelik’in bağlı olduğu aynı örgütün üst düzey isimlerine yönelik operasyon yapılması, işkence iddialarını güçlendirdi.

12. Umut davası hangi gelişmelerden sonra, kimler hakkında açıldı?

Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, konuyla yakından ilgileniyordu. Yapılan soruşturma Temmuz ayında tamamlandı. İlk gözaltına alınan gruptakilerin verdikleri isimler doğrultusunda çalışmalar yürütüldü. Ferhan Özmen liderliğinde olduğu ileri sürülen yeni bir grup gözaltına alındı ve tutuklandı.  Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri, 13 Mayıs 2000 tarihinde, Sincan`ın Çimşit köyünde, 39 el bombası, 2 el bombası fünyesi, 46.5 kilogram C-4 plastik patlayıcı, 46 TNT kalıbı, çok miktarda fişek ve 18 makineli tabanca buldu.

Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı suikastının faili olarak 14 Mayıs 2000`de Ankara`da gözaltına alınan Necdet Yüksel`in, 15 Mayıs 2000 tarihinde, Sincan`da yer göstermesi sonucu, çok sayıda değişik çapta tabanca, 3 Uzi marka tabanca, 8 lav silahı, 50 susturucu, kullanıma hazır bomba düzenekleri, 81 tam 8 yarım yeşil renkli C-4 patlayıcı, 25tam 6 yarım beyaz renkli C-4 patlayıcı ve çok sayıda mermi ele geçirildi.

11 Temmuz 2000'de Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok cinayetlerini de içeren) 18 olayın konu edildiği "Umut Davası"nda 15'i tutuklu, 17 sanığın yargılanmasına başlandı. İddianamede, Mumcu'nun aracına konan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı ve araca Necdet Yüksel'in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği ifade edildi.

13.Dava nasıl sonuçlandı?

İlk yargılama sonunda sanıklardan Necdet Yüksel, Rüştü Aytufan ve Ferhan Özmen'e "Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Örgütün İran bağlantısını sağladığı iddia edilen Ali Akbulut, Selahattin Eş, Ahmet Cansız, Aydın Koral ve firari sanık Oğuz Demir hakkındaki dosya ayrıldı.

14. Cezalar kesinleşti mi?

2002'de Yargıtay Necdet Yüksel'e ve Rüştü Aytufan'a verilen hapis cezaları onadı. Hakkındaki ilk karar bozulan Özmen’e 28 Temmuz 2005'te Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet, Ekrem Baytap da 15 yıl hapis cezası aldı.

"Resim"

Yedi sanık (Abdulhamit Çelik, Hasan Kılıç, Mehmet Ali Tekin, Mehmet Şahin, Fatih Aydın, Muzaffer Dağdeviren ve Yusuf Karakuş) altı yıla kadar hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklar hakkında ceza indirimi yapıldı.  Firari sanık Oğuz Demir'in dosyası ayrıldı.

2006'da Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Özmen hakkındaki kararı onadı. Sanık Baytap'a verilen 15 yıl hapis cezası bozuldu. Diğer sanıkların ise cezalarında indirime yol açan Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlanamayacaklarına işaret edildi.

Mahkeme, 17 Aralık 2013’te, sanıklardan Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve Ekrem Baytap’ı “silahlı suç örgütü kurma ve yönetme” eylemlerinden 12 yıl 6’şar aya; Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş, Mehmet Şahin ve Recep Aydın da “silahlı suç örgütü üyesi olmak” suçundan 6 yıl 3’er ay hapse mahkûm etti.

15.Kimlerin dosyaları ayrıldı?

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, 2009'da “Tevhid-Selam ve Kudüs Ordusu” örgütü mensubu Ali Akbulut, Selahattin Eş, Ahmet Cansız ve Aydın Koral'ın yargılanmasına başlandı. Sanıkların Tahran'da yaşadığı ve örgütün İran bağlantısını sağladıkları belirtildi. Firari Oğuz Demir ile birlikte bu sanıkların dosyaları arandıkları gerekçesiyle açık tutuldu.

16.Yargıtay, eylemleri bu isimlerin yaptığını karar altına aldı mı?

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, verilen son cezaları 31 Mart 2014’te onadı. Onama kararında, “Tevhid Selam Kudüs Ordusu” örgütünün, 1988-1999 arasında Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi olaylarının da aralarında bulunduğu 18 ayrı saldırıyı gerçekleştirdiği belirtildi.

"Resim"

17.Bazı sanıklar neden yeniden yargılandı?

Suikastlere katılmaktan değil örgüt üyeliğinden ceza alan ve operasyonun sonradan hayal kırıklığı yaratan ilk dalgasında tutuklanan sanıklar, 17 Temmuz 2014 ve 8 Ağustos 2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundular. Başvurucular, gözaltında haklarının hatırlatılmadığını, azami gözaltı süresinin aşıldığını, haksız olarak tutuklandıkları ve gözaltına alındıkları gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini, ifadelerinin işkence altında alındığını, avukat huzurunda alınmayan ifadelerinin hükme esas alındığını, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini öne sürdüler.

Yüksek mahkeme, başvurucuların avukat yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile yargılamanın 13 yıl 10 ay 25 gün sürmesi nedeniyle makûl sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Karakuş ve Şahin’e 10’ar bin, Kılıç’a 18 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmedildi. 2017’deki bu karar uyarınca, 3 sanık yönünden yeniden yargılama süreci başladı. Ardından örgüt üyeliğinden ceza alan diğer sanıkların da yeniden yargılanmasına başlandı. Sanıklar tahliye edildi.

18. Cezaevinde kimler kaldı?

Gelinen noktada, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar dışında davanın sanıklarından cezaevinde kalan yok.

Mehmet Şahin, Talip Özçelik ve Mehmet Kassap 1 Nisan 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’da haklarında daha düşük ceza öngörüldüğünden, cezaevinde geçirdikleri 5 yıl gözönüne alınarak tahliye edilmişti.

Sanıkları evinde barındırdığı iddiasıyla hakkında dava açılan Arif Tari, Şartla Salıverme Yasası'ndan yararlandırıldı. Süreç içinde, sadece üyelikten ceza alan diğer isimler de yeni TCK nedeniyle tahliye edildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ikinci kez yargılanan ve hakkındaki ceza Yargıtay incelemesinden henüz geçmeyen sanıklardan Muzaffer Dağdeviren 22 Eylül 2005'te İstanbul Fatih'te girdiği bir silahlı çatışmada başından vurularak öldürüldü. Kalanlar ise AYM kararıyla tahliye oldu.

Üç firari için beraat

19. 2020’de, kamuoyuna “yeni karar” olarak yansıyan dava neden açıldı?

Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yıllar önce dosyası ayrılan Selahattin Eş, Ali Akbulut, Aydın Koral ve Ahmet Cansız hakkındaki yakalama kararını “savunmalarını” yapmaları amacıyla kaldırdı. Ahmet Cansız dışındaki üç sanık, 2020 yılı içinde Türkiye’ye geldi ve mahkemede savunma yaptı, iddiaları reddetti. 20 Ekim 2020’deki duruşmada mahkemeye çıkan Aydın Koral, “Oğuz Demir’i tanımıyorum. En ufak bir örgütsel faaliyetimiz olmadı. Ben dini ve ilmi araştırmalarda bulundum” dedi. Koral, mahkemenin mahkumiyet kararı vermesi halinde ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasını kabul edeceğini de ifade etti.

""

20. Bu dosya hangi kararla sonuçlandı?

Davada 8 Aralık 2020 tarihinde karar çıktı. Mahkeme, sanık savunmaları, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle Selahattin Eş, Ali Akbulut ve Aydın Koral’ın beratine karar verdi. Cansız’ın dosyası ayrıldı. Ayrı bir esas numarasında devam ediyor.

21. Beraat kararı hangi gerekçeyle verildi?

Şüpheden sanık yararlanır ilkesine işaret edilen kararın gerekçesinde, “Sanıkların dini inanç ve düşünceleri çerçevesinde Türkiye’de çalışırken 28 Şubat süreci ile birlikte kendilerini güvende hissetmediklerini düşünerek İran’a gittikleri” savunuldu.

Hayır. Oğuz Demir, 28 yıldır kayıp. 1971 doğumlu olan Demir, “arananlar” listesinde ve 600 bin TL ödülle aranıyor. Hakkında İran’da olduğu iddiaları de dile getirilen Demir’in, Ankara’da yapılan operasyon sırasında kaçtığı ve sınır kapısından yasal yollarla geçtiği öne sürüldü.

22. AYM kararından sonra başlayan yeniden yargılama neden hâlâ tamamlanmadı?

Bu dava, Tevhid-Selam örgütü davası olarak devam ediyor. Sanıklar, Fethullah Gülen cemaatine karşı oldukları için 2000 yılında kumpasa uğradıklarını, hedef haline getirildiklerini iddia ediyor. Buna kanıt olarak da FETÖ mensubu hakim ve savcıların, 2010-2014 yılları arasında Selam-Tevhid soruşturması başlatarak yüzlerce kişiyi usulsüz biçimde dinlemeleri gösteriliyor. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, bu konudaki dosyaları Yargıtay ve İstanbul Başsavcılığı’ndan istedi. Sanıkların cezalandırılmasını talep eden savcılık ise FETÖ ile ilgili iddiaların 2010 sonrasına ait olduğunu belirterek, sanıkların cezalandırılması talebinde bulundu. Dava gönderilecek dosyaların gelmesi ve incelenmesi gerekçesiyle sürekli erteleniyor.

23. Araca bombayı koyduğu söylenen Oğuz Demir bulundu mu, Demir hakkındaki dava sürüyor mu?

Demir hâlâ bulunamadı. Ancak 2023’e kadar yakalanmaması durumunda Demir’in hakkındaki davanın, farklı bir gelişme yaşanmazsa, zamanaşımından düşme ihtimali bulunuyor.

24. Demir’in yakalanması neden önemli?

Gazeteci Adnan Gerger’in kaleme aldığı “Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?” adlı kitapta, Oğuz Demir ile ilgili ilginç bilgiler veriliyor. Kitapta, Demir’in mühendis olduğu, patlayıcılar konusunda özel eğitim aldığı, operasyonlar devam ederken, Ankara Sincan’da yakalanacağı sırada, bulunduğu aracı polislerin üzerine sürerek kaçtığı ve daha sonra Türkiye’den ayrıldığı iddia ediliyor. Demir’in patlayıcıları temin eden ve eylemlerde kullanan isim olduğu, hüküm giyen Özmen ile birlikte İran bağlantılarını kuran isim olduğu da öne sürülüyor. Bu nedenle diğer sanıklardan farklı bilgilere sahip olabileceği üzerinde de duruluyor. Ancak 29 yıldır izi bulunamadı. 2007’de Avustralya’da izine rastlandığı bilgisi dosyaya girdi. Ancak İran’da olduğu sanılan Demir’in Avustralya ile ne gibi bir ilgisi olabileceği de aydınlatılamadı. Demir’in Türkiye’deki malvarlığı, suikastten 29 yıl sonra, hükümet kararıyla İçişleri Bakanlığı kararıyla donduruldu.

25. Bu kararlara ve açığa çıkan bilgilere rağmen kamuoyu neden tatmin olmadı?

Umut Operasyonu ve davası, kapsamının büyüklüğüne rağmen kimseyi tatmin etmedi. Kamuoyunda hâlâ Uğur Mumcu’nun ve diğer isimlerin faillerinin bulunamadığı algısı hakim. Bunun en büyük nedeni, kritik süreçlerde ihmalleri saptanan kamu görevlileri hakkında işlem yapılmamış olması. Yakalanan ilk iki sanığın işkence altında suçlamaları kabul ettiği iddiası da soruşturmaya gölge düşürdü. En önemlisi, yargının açıkça İran’ı işaret etmesine rağmen Türkiye, diplomatik olarak herhangi bir adım atmadı. Bu tip sarsıcı cinayetlerin istihbarat desteği olmadan yapılamayacağı düşüncesi ve bu konuda somut tespitlerde bulunulamaması da 28 yıl sonra Mumcu cinayetinin ardındaki perdenin hâlâ aralanmadığı yorumlarına yol açıyor. Eylemleri bu isimler yapmış olsa bile kimler tarafından yönlendirildiği, Türkiye’de kimlerden yardım aldıkları da karanlıkta. Oğuz Demir’in yakalanmamış olması da birçok sorunun gölgede kalmasına yol açıyor.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER