Siyaset

Ekrem İmamoğlu: Sandıkta beşinci kez yeneceğim için tehdidim!

Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’i tehdit ettiği iddiasıyla yargılandığı davada üçüncü kez hâkim karşısına çıktı

Ekrem İmamoğlu: Sandıkta beşinci kez yeneceğim için tehdidim!
16-07-2025 15:19
16-07-2025 15:40

Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’i tehdit ettiği iddiasıyla yargılandığı davada üçüncü kez hâkim karşısına çıktı. Savunmasında, yargılama şeklini de "tecrit" olarak nitelendiren İmamoğlu, "Sandıkta dört kez yendim, beşinci kez yeneceğim için tehdidim. Onun için bugün buradayım ve bunun başka bir sebebi yok" ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’i tehdit ettiği iddiasıyla hakkında açılan davada üçüncü kez hakim karşısına çıktı.

Ülkede tek bir kişi için tehdit olduğunu söyleyen İmamoğlu, şöyle devam etti: "Sandıkta dört kez yendim, beşinci kez yeneceğim için tehdidim. Onun için bugün buradayım ve bunun başka bir sebebi yok."

İmamoğlu, "Bu dava bir kişinin siyasi ikbali için açılmıştır. Gerçek tehdit halkın yoksulluğudur" dedi.

19 Mart'ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) yönelik 'yolsuzluk' ve 'kent uzlaşısı' soruşturmalarında gözaltına alınmasının ardından tutuklanan ve görevden uzaklaştırılan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’i tehdit ettiği iddiasıyla yargılandığı davada üçüncü kez hakim karşısına çıktı.

"YARGILANMAMIZI BİLE GERÇEK MAHKEMESİNDE YAPAMIYORUZ"

İmamoğlu, mahkeme başkanının, "Geçen celse esas hakkında mütalaa karşı beyanda bulunmuştunuz. Çok kısa olarak tekrardan beyanınızı alalım. Kısa olsun ama" sözlerine, "Hayat kısa zaten, hayat kadar kısa olacak inşallah size sunumum" karşılığını verdi.

"Burada bulunmamızın sebebi, sadece bir panelde sözlerle sınırlı kalabilecek bir durum değil" diyen İmamoğlu, şunları söyledi:

"Türkiye tarihinin çok önemli bir dönüm noktasında ve İstanbul'un bir mahkemesinde yargılanma süreci içerisindeyiz. Ama yargılanmamızı bile mahkemede yapamıyoruz. Var olan adresinde yapamıyoruz, başka bir adreste yapıyoruz. Dolayısıyla her şey aslında olağanüstü gelişiyor. Geçen duruşmayı hatırlıyorum ve duruşmada yaptığım konuşmada, o günün değerlendirmesiyle ilgili yaptığım, duygularımı ifade ettiğim süreçte, cümlelerimi, konuşmamı şöyle bitirmiştim: ‘Etrafımızda, hemen tüm bölgeye yayılma riski yaşanırken, Türkiye ağır sorunlarla büyük bir riski taşımakta ve bu kırılmaların yarattığı siyasi ve iktisadi risklerle boğuşurken, iktidarın da tabiriyle ‘iç cepheyi’ güçlendirmek dışında artık yol yoktur. Bu ülke, karşılıklı uzlaşma ortamından, birlikten, beraberlikten, adaletten zarar görmez. Bugün artık herkes için şapkayı önünde koyup, düşünmekten başka yol yoktur. Ya bu ağır resmi değiştireceğiz ya da kaybedeceğiz,’ diyerek sözlerimi bitirmiştim. O günden bugüne 1 ay bile geçmedi. Ama bir ayın içerisinde dahi, şapkayı önünde koymak, düşünmek değil de ne yazık ki tam tersine süreçleri yaşamanın üzüntüsünü buradan yine dile getirmek zorundayım.

23 Haziran 2025 tarihinden bugüne, yine ne yazık ki yeniden kumpaslar, usulsüz tutuklamalar, iftiracılar, yalancılar üzerinden operasyonlar, masumiyet karinesini çiğneyen uygulamalar, yine şiddet ve insanı gerçekten çok derinden etkileyen, vicdani, insani, sağlık kurallarını yok sayan, canı tehdit altında tutan hapis süreçleri ve dahası... ‘Dahası’ diyorum, çünkü çok fazla detayına zaten girmeyeceğim ama alelacele, telaşla bir iddianame daha ortaya çıkıyor. 18 yaşında bir gencin yaptığı bir işlemin içerisinde ne bir sahte evrak ne herhangi bir uydurma belge dahi yokken, ‘sahtecilik’ üzerinden hakkında soruşturma açılıyor. 18 yaşında bir Ekrem! İlk ifadeye gittiğimde dedim ki; ‘Savcı Bey, benden ifade alıyorsunuz da… Yani 35 sene önceki işlemi soruyorsunuz… Varsayalım 17 yaşında olsaydım ne yapacaktınız?’ dedim. ‘Vasini çağıracaktık;’ diye cevap verdi bana. Doğru mu cevap verdi, yanlış mı cevap verdi onu da bilmiyorum ama… Yani 18 yaşındaki Ekrem'den sahtecilik, üzerine yetinmiyorlar bir de ileri görüşlülük göstererek, 18 yaşındaki Ekrem'i, ‘İleride cumhurbaşkanı adayı olur,’ diye bir de siyasetten men etmek adına siyasi yasak getirecek bir iddianame düzenleniyor.

"12 ŞEHİT VERİLİYOR, MANGALDA KÜL BIRAKMAYAN İNSANLARIN ÇITI ÇIKMIYOR"

O günden bugüne, gerçekten çok acı bir sürecin içerisindeyiz, Türkiye'yi derinden etkileyen bir sürecin içerisindeyiz. Zaten bu millet perişan. Gerçekten çok üzgün. Bakın; normalde biz şöyle bir dönemi düşünelim: 12 şehit veriyoruz. 12 şehidimizi niçin verdiğimizi bile sorgulayamıyoruz. Milletimizin başı sağ olsun. 12 şehit veriyoruz. Şehitlerimizi niçin verdik? Nasıl oldu? Niye kaybettik 12 insanımızı? Yani bazı ülkelerde bir insanın bile canı çok değerliyken, 12 şehit veriliyor. Hiçbir şey yokmuş gibi bir günde, iki günde, mangalda kül bırakmayan insanların çıtı çıkmıyor. Böyle bir ülkeye dönüştük. Ve çok üzgünüz. Yani bir LGS sınavında bile adaleti sağlayamamanın ve insanlar derinden sarsan, hiç kimsenin kendi 13-14 yaşındaki çocuğunun yüzüne bakamayacak seviyesine geldiği bir ortamın, bir cenderenin içerisindeyiz. Ve işte bugün tam da bu noktada, bizi bu sıkıntılı ortama taşıyan, Mart'tan beri süren operasyonlarla, milletin daha fakirleştiği, daha yoksullaştığı bir dönemin içerisindeyiz. 

TÜRKİYE ENFLASYONUN, FAİZİN, YOKSULLUĞUN CENDERESİ ALTINDA İNLİYOR

Dünya, ekonomi ve siyasetiyle büyük bir değişim yaşıyor. Küresel, bölgesel yeni ittifaklar kuruluyor. Ekonominin üretim biçimi, teknolojinin ilerleme hızı… Gerçekten baş döndürücü bir hızla, dünya ülkeleri kendini yeni bir döneme hazırlıyor. Ve önümüzdeki yüzyılda, milletlerin ve devletlerin kaderini belirleyecek olan büyük bir değişimin yaşanacağı bir yüz yılın içerisindeyiz. Bu yeni dönemde üreten, akılcı diplomasi sağlayan, yürüten, hukuki düzeni güçlü, hukukun üstünlüğünü tesis eden ve de aynı zamanda yeni nesilleri çağın beklentilerine göre yetiştiren, çocuklarını, gençlerini yarınlara düzgün bir biçimde, ilimle, bilimle, akılla ve adaletli bir zihinle yetiştiren ülkelerin kazanacağını görüyoruz. Ama biz neredeyiz? 10 yıldır milletimizi orada oraya savuran bir ekonomik düzenin içerisindeyiz. Uydurma stratejilerle, akla hayal gelmeyecek, bir kişinin akşamdan sabaha ‘Ben ekonomistim’ dedi diye iki dudağı arasından çıkanı emir telakki ederek, yalan da olsa, yanlış da olsa, kötü de olsa uygulamayı kendine sorumluluk kabul eden bir avuç insanın, muhterisin aklıyla, Türkiye; durdurulamayan, düşürülemeyen enflasyonun, faizin, yoksulluğun cenderesi altında inim inim inliyor ve büyük sıkıntı içerisinde.

SİYASİ İKBAL VE İHTİRASI İÇİN HER ŞEYİ YAPABİLECEK, BİR AKLA KARŞI…

Dünyanın en yüksek faizini veriyoruz: Yüzde 46. Yani bütün ekonominin prensiplerini, ilkelerini yok sayarak ortaya konan bir süreçle, yüzde 46 faiz açıklanan bir ülkede, yüzde 60’ları bulan maliyeti ile beraber insanlar ne borçlanıyor, borçlanmak istese borç bulacak banka bulamıyor. Böyle bir sıkıntı altında bir Türkiye'de, biz, bugün buradayız. Soruyorum: Bana onlarca, yüzlerce, binlerce mektup geliyor. İçinde sanayici var, esnaf var… Okuyorum, geleni gideni dinliyorum. Dışarıda olan bütün hususları raporlarıyla, ekonomik analizleriyle, tahlilleriyle günlük dinliyorum. Bu ülkede üretemiyor sanayici, üretemiyor tarımdaki çiftçi. Hiç kimse üretemiyor. Büyük sıkıntı altında. Ve özellikle iflaslar, konkordato ilanlarıyla beraber rekor kıran bir ülkede, sadece 5 ayda, 1 milyon 50 bin insan, hacizle kredi kartını ödeyemiyor. Devlet de ona ’35-40 ayda ödeyebilirsin’ diye faizle para veriyor diye övünecek bir politikanın içerisinde boğulan bir Türkiye. Bu büyüyen kriz, had safhada büyüdükçe daha da tırmanan kriz, özellikle milletimizin içerisindeki gelir dağılımındaki adaletsizlik, evdeki huzursuzluk, yaşam maliyetinin artışı, halkın geliri yerlerde sürünürken, asgari ücretin hiçbir işe yaramadığı, açlık sınırının altında kaldığı bir Türkiye'de, biz bugün nelerle uğraşıyoruz? Peki ne için bütün bunlar? Siyasi ikbal ve ihtirası için her şeyi yapabilecek, gözünü kırpmadan bu millete her bedeli ödetecek bir akla karşı bugün burada başka bir mücadelenin içerisindeyiz. Halbuki tanımlı işsizlik yüzde 32’ye ulaşmış…"

MAHKEME BAŞKANINDAN MÜDAHALE

İmamoğlu’nun konuşmasının arasına giren mahkeme başkanı, sadece iddianamedeki isnatlara bağlı kalınarak savunma yapılmasını istedi.

İmamoğlu, bunun üzerine konuşmasını şu sözlerle devam ettirdi:

"İddianamenin özü budur Sayın Hakimim; inanınız. Başka bir özü yok. Zaten 20 saniyede bir iddianame yazıldıysa, özü budur yani. Lütfen buraya gelmek istiyorum. Lütfen, istirham ediyorum. Büyük bir tecrit altında Ekrem İmamoğlu var. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin böyle bir tecridi yok. Susturulan, konuşturulmayan, fotoğrafından korkulan, vesikalık fotoğrafından dahi korkulan bir Ekrem İmamoğlu var. Ve o kararı alan savcılığın bir şikayeti üzerine buradayız. Ama Türkiye'nin özü bu. Yüzde 32… 11 milyon sana tekabül eden işsizlik. 11 milyon insan. 11 milyon insanın işsizliği ne demek biliyor musunuz? Bu insanlar, evine gittiğinde çocuğunun yüzüne bakamıyor. Kızının, oğlunun yüzüne bakamıyor. Bu bakımdan çok önemli hususları anlatıyorum. Bunları can kulağıyla dinleyiniz lütfen."

SAVCIYA BAKMAM YASAK MI?

Konuşmanın burasında duruşma savcısı, İmamoğlu’nun sözlerini kendisine bakarak dile getirmesinden rahatsız olduğunu ifade eden cümleler kurdu.

Duruşmanın bundan sonrası, tartışmalar eşliğinde şöyle devam etti:

"Ben size bakarak konuşuyorum diye niye bana cevap veriyorsunuz Savcı Bey? İstediğim herkese bakarım. Böyle bir şey olabilir mi? Bu nasıl bir önyargı yani? Savcı böyle önyargılı olur mu? Bakmam yasak mı Sayın Hakimim? Sayın Hakimim, bakmak yasak mı? Size bakmak yasak mı Sayın Üye? Bakmak yasak mı? Soruyorum.  Lütfen cevap verir misiniz Sayın Hakimim? Bakmak yasak mı Savcı Bey’e? Ben, yargılanıp yargılanmadığına karar vereceğim Sayın Hakimim. Bakmak yasak mi? Sayın Hakimim, hakim olarak soruyorum. Benim Savcı Bey’e bakmam yasak mı? Sana bakmam yasak mı? Sayın Hakimim, bakmam yasak mı? Yasaksa bakmayacağım. Yasaksa bakmayacağım Sayın Üye, yasaksa bakmayacağım. Beyanlarıma devam edeceğim. Sadece tek bir cevap istirham ediyorum. Sayın Hakimim. Savcı Bey’e bakmam yasaksa, ben gerçekten bakmayacağım, sadece size bakacağım. (Hakim, beyanlara devam etmesini isteyince…) Peki, cevabımı aldım. Bakmaya meraklı değilim.

"TEHDİDİ, HAKARETİ BURADA ARAYIN"

Şimdi 11 milyon insan işsiz ve bu insanlar, çocuklarına ekmek götüremiyor. Çocuklarına ekmek götüremediği gibi, o işsiz çocuklar, gençler, kızlarımız, oğullarımız yuva kuramıyor. Yuva kuramadığı yerde gerçek adaletsizlik, gerçek tehdit ve gerçek hakaret; işte oradadır. İster hakimin oğlu olun, kızı olun; ister savcının kızı, oğlu olun; ister buradaki herkesin kızı, oğlu olun… Gerçek tehdit, hakaret buradadır. Onun için tehdidi, hakareti burada arayın. Tabii biz burada özellikle şu sorunun cevabını net olarak düşelim: Ey milletimiz; ya adalet ya sefalet! Bunu unutmayın. Ya adalet ya sefalet. Başka bir yolu yok. Adalet varsa, bereket var. Bütün bu olumsuzlukları, cefayı, kimin ihtirası ve inadı yüzünden yaşıyoruz. Ülkemizi bile isteye yoksullaştıran ve ne yazık ki sadece 4 ay içerisinde bu millete 160 milyar doları keyfi için, korktuğu için, Ekrem İmamoğlu'nun cesaretinden korktuğu için, buna bir darbe girişimi yapan ve o türlü iddianameyi, her türlü hususu dile getiren, ortaya koyan akla karşı Ekrem İmamoğlu bugün burada.

Başta ifade ettiğim gibi; gerçekten zor bir dönemdeyiz. Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılına giriyoruz. Ve dünyada her şey yerinden oynuyor. Bütün taşlar yerinden oynuyor. Uluslararası ilişkiler konusunda, biz tutarlı bir yol haritası belirlemek zorundayız. Bu milletin asırlardır ortaya koyduğu hariciye ilişkilerini, dünya ile olan itibarlı ilişkilerini daha asil, daha güçlü bir seviyeye taşımak zorunluluğu var. Güvenlik sorununu da çözecek, refah sorununu da çözecek. Ama içeride, hukuki bütün normlarını tanımlamış ve yerine getirmiş bir biçimde çözecek ki dışarıya karşı itibarlı bir ülke olun. İtibarlı bir ülke olalım ki milletimiz huzurlu olsun. Milletimiz gidip, konsoloslukların, daha dünkü ülkelerin kapısında ‘vize dilencisi’ olmasın. İtibar dediğiniz şey budur. Ama bugün, yine milletimizin evlatlarını tehdit eden, milletimizin evlatlarını hakaret edilecek seviye düşüren bir pozisyonla karşı karşıyayız. Nedir O? Al-ver ilişkisi. ‘Dostum’ kavramı üzerinden hariciye ilişkileri… Bu olmaz, bu olmaz. Bu ülke, gerçekten bu zor günlere doğru gidiyor. Türkiye'nin küresel konjonktürünün gereğini yerine getirmek zorundayız. Milletimizin, 86 milyon insanımızın, gerçek anlamda bu yüzyılı yakalayacak hamleleri yerine getirmek yükümlülüğümüzdür. İşte budur tehdit, budur hakaret. Milletimiz, zor duruma düşüren, mevcuttaki sıkıntıların tamamıdır bizi sıkıntıya düşüren.

"ZOR BİR KAVŞAKTAYIZ"

Değerli dostlarım, Sayın Hakim ve heyeti, burada bizi dinleyen insanlarımız, yarınlarda bizim bu sesimizi yazıyla beraber okuyacak vatandaşlarımıza diyorum ki; mevcut Türkiye'miz zor günlerden geçiyor. Zor bir kavşaktayız. Önemli gündemlerinizden birisi de Ekim 2024 tarihinden itibaren Türkiye'nin gündeminde olan ‘Terörsüz Türkiye.’ ‘Terörsüz Türkiye’ diye tariflenen bu mesele, gerçekten bizim için çok önemli. Hele hele Genel Başkanımız da burada… Mensubu bulunduğum siyasi anlayış ve partimin daimi, her zaman savaşların, terörün ve terörden beslenenlerin karşısında olduğu nettir. Ve bir tarihi gerçektir. Bizler, ‘Yurtta barış, dünyada barış’ ilkesinin daimi bekçileriyiz ve olmaya da devam edeceğiz. Tabii ülkemize ve milletimize büyük bedeller ödeten, binlerce vatandaşımızın canına mal olan, kahraman ordumuzu, emniyet ve jandarma mensuplarımızı, kamu görevlilerinin şehadetine sebep olan terörü reddederken, sürekli siyasi mücadelemizin içerisinde, her anında sivil ve barışçıl siyaseti de savunduk. Türk, Kürt bütün vatandaşlarımızın demokratik, adil, müreffeh, özgür bir hayat yaşaması için tarihimiz terörün değil, sivil bir biçimi ve özellikle barışçıl siyasetin güçlenmesi için attığımız adımlarla doludur.

"MİLLETE CEPHE ALANLARIN SAMİMİYETİNİ SORGULARIZ"

Türkiye'de barış ve huzurun güçlenmesine katkı sağlayacak her girişimin doğal şekilde aktörü ve koruyucusu oluruz. Ancak, ne zaman koltuğu tehlikeye girse, millete karşı cephe alanların samimiyetini sorgulamak ve milletimizin kazanımlarının sigortası olmaktan da geri durmayız. Bu bizim ne ana muhalefet ne de Türkiye'nin birinci partisi olarak duruşumuz değil, tam da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu partisi olmaktan gelen sorumluluğumuzdur. Türkiye'de, özellikle milletçe geleceğimiz adına, milletçe yürütülmesini arzu ettiğimiz bu sürecin uygulanmasında yıllardır Türkiye'de kaos, kriz, baskı siyaseti uygulayan, milletimizi ayrıştıran, nefret dilinden sakınmayan, dönemsel çıkarlarına göre hareket eden iktidar, ne ucuz bir siyaset ile bizi sürecin dışında bırakabilir, ne de milletimizin duygularını istismar etmelerine müsaade etmeyiz. Milletimizin bu süreci kibirle, dışlayarak, samimi olmayan, siyasi menfaati için özellikle kutuplaştırarak yönetme anlayışı içinde olanlara karşı duracağız. Ve şeffaf, kapsayıcı, Türkiye'nin bütünüyle birleştirici tutum ve tavır içinde yönetilmesi konusunda da samimi, hassas çağrımızı her zaman yerine getireceğiz. Ve bunu milletimize duyurmak için en güçlü mücadelemizi vermeye devam edeceğiz.

MHP VE DEM PARTİ’YE SESLENDİ

Biz, bu sürecin hukuk ve adalet çizgisinden sapmayan, kapsayıcı, kuşatıcı, beraberlikle, eşit yurttaşlık ilkesiyle, güçlü, demokratik devlet düzeni tesisi ile bunu başardığımızda, aynı zamanda Orta Doğu'da bir kutup yıldızı gibi parlayacağımızı ve bütün yakın coğrafyamıza güçlü bir barışı kazandıracağımıza inanan bir noktadayız. Ülkemizin içerisinde bu sürece karşı gerçekleştirilen en büyük sabotajın da altını çizmek isterim. Bu sabotaj, ana muhalefetin seçilmiş belediye başkanlarına, siyasetçilerine, namuslu bürokratlarına ve cumhurbaşkanı adayına cezaevi ile yıldırma politikasıyla beraber bizlerin esir tutulduğumuz Silivri'de, işte tam da Silivri'de kurulan bu kampüsün içerisinde yargılanmamızla sonuçlanan sürecin sonudur, nihayetidir. Ama buna asla başarılı olamayacaklar. Biz, özellikle ifade edeyim ki, Türkiye'de çok derin siyasi, hukuki ve iktisadi kriz sürüklenmesine sebep olan bu akla karşı süreci başlatan, özellikle Milliyetçi Hareket Parti'ne ve DEM Parti'ye, buradan, bu mahkeme salonundan, adalet aradığımız, bu ülkede adalet için sonuna kadar mücadele edeceğimiz bu ülkede bir çağrıda bulunmak istiyorum. Ve onlara sesleniyorum ve diyorum ki, bu süreci kendi ikballeri için bir fırsat gören akıldan kendinizi ayrıştırın. Ya da tarihi bir sorumlulukla, sürecin bütün Türkiye'ye doğru bir zeminde, bütün hassasiyetleri ile dikkate alındığı bir şekliyle şeffaf, katılımcı, kucaklayıcı yöntemlerle sürdürülmesini sağlama konusunda ciddi adımlar atmalısınız.

"DOĞRU ZAMAN GELDİĞİNDE HESAP VERECEKLER"

Burada özellikle söyleyeyim: Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yürütülen, ülkenin bu tarihi kavşağındaki atılan adımların da bu çağrıyı… Ki Genel Başkanımız burada. Kendileri bunu çok üst seviyede yaptılar. Ben de bu çağrının arkasında durduğumu ve olması gerektiğini ifade ettim. Tabii burada doğru usullerle siyasi partilerin temsiliyeti, eşitlikçi, çoğulcu yöntemler ile desteklenmesi ve birçok hususta nitelikli çoğunluk gibi yöntemler ile yol alınması da mutlaka yapılmalıdır. Bakın; mutlaka bilinmelidir ki, bu sürecin başarıya ulaşması için tarihi adımların sonuca varması ancak hukuksuz uygulamalardan, mevcut anayasayı dahi ihlal eden uygulamalardan, kayyumlardan vazgeçilmesi zorunluluktur. Aksi takdirde bu sürecin başarıya ulaşması, ne yazık ki mümkün olamaz. Bu yönüyle siyaset, burada ikbal aramasın. ‘Burası’ derken, buranın da altını çizmek istiyorum. Buranın bir mahkeme olduğunu, mahkeme salonu olduğunu, buraya siyasi müdahalenin olmaması gerektiğini, siyasi müdahalenin son bulması gerektiğini, siyasi müdahalenin cenderesi altında olan ve bu süreci bu şekilde karşılayan insanların hak ettiği muameleyi, yine bu yargı çatısı altında bulacaklarını, doğru zaman geldiğinde hesap vereceklerinin de altını çizmek istiyorum.

"SİYASİ İKBALLERİNİ DÜŞÜNEN AKLA KARŞI MÜCADELE İÇERİSİNDEYİZ"

“Tabii şunun ifade etmek isterim: Bugün ülkemizde en ciddi meseleye dahi, en önemli meseleye dahi bakışta siyasi ikballerini, yarınki seçimi düşünen, ‘O seçimi nasıl kazanırım? Bunun altından nasıl bir ayrıştırıcılık çıkartırım’ diye bakan akla karşı, biz, bugün yine bir mücadele içerisindeyiz, dün olduğu gibi. Yine bugün bu ortamı karıştıran, insanları kutuplaştıran, ‘Sen gelemezsin, o gelsin, o gelmesin’ diye birbirini ayrıştırmaya çalışan akıl, işte gerçek anlamda bu ülkenin evlatlarını, bu milletin evlatlarını, ister hakimin çocuğu, ister savcının çocuğu, ister burada bulunan avukatların, ister 86 milyonun evladı olsun, onları tehdit eden, onları köşeye sıkıştıran, onlara hakaret eden bu akıldır, bu anlayıştır, onun altını çizeyim. Siyaset, bu yönüyle gerçekten tüm mükteseplerden akan kanallarıyla birlikte, memleketin sorunlarında, çözümde birlikte düşünsün, birlikte çalışsın. Bizim baktığımız pencere budur. Bu yönüyle uygulanacak stratejiden izlenecek yola kadar demokratik, çoğulcu bir katılım sürecinin ortak akılla birlikte çalıştığı bir mekanizmanın karar verdiği eksiksiz bir toplumsal meşruiyetin sağlanması en büyük arzumuzdur.

NAZIM HİKMET’Lİ SAVUNMA

Bizlere düşen; bu topraklarda kardeşçe, özgürce, onurlu bir yaşamı inşa etmektir. Bu yol zorlu olsa da inancımız tamdır. İrademiz sağlamdır. Bu memleket hepimizindir. 86 milyon yurttaşımızın evlatlarınındır. 86 milyon insanımızın eşit hissedarlığıyla beraber bu memleketin sahibi olduğunu herkes buradan bilsin ve duysun. Ne güzel söylemiş Nazım; 

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan,
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Kapansın el kapıları,
bir daha açılmasın.
Yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet, bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret, bizim.

Bu memleketin insanlarının bir arada yaşamasını istemeyen kaşları çatık, yüzü asık, her konuşmasında milleti ayrıştıran akıldan uzaklaştığımız gün bu milletin yüzünde huzur, gönlünde ferahlık, insanların sinesinde geleceğe dair umut… Ve göreceksiniz, bu millet bunu başaracak. İstedikleri kadar engellesinler. İstedikleri kadar sesimizi kısmaya çalışsınlar. Hakkımızda akşamdan sabaha davalar açsınlar. Cesaretimiz tamdır. Biz, hak yemedik. Allah'a şükür hakkımızı yedirmedik, yedirmeyeceğiz. Bugün bunun savunmasının en üst seviyede, en şiddetlisini yapıyorum.

"HÜRLÜĞÜMÜZÜ VE HÜR KALACAĞIMIZI HER ZAMAN İLAN EDİYORUM"

Tehdit ve hakaret, işte tam da bunun karşısında hareket edenlerin milletimize çektirdikleridir. Milletin evlatlarının yarınlarını, geleceklerini karartmalarıdır. Ben; yargının, kanunun, yargının yetkilerinin kötüye kullanılmasına, siyasete aparat yapılmasına karşı mücadele ettim, ediyorum, etmeye devam edeceğim. Ben, gelecek seçimi düşünenlerden değilim. Ben, gelecek nesilleri düşünenlerdenim ve düşünmeye de devam edeceğim. Burada bulunmayan bu milletin her evladını düşünmeye devam edeceğim ve oradan asla vazgeçmeyeceğim. Bunu herkes böyle bilsin. O bakımdan yine ilan ediyorum: Kötülük yapanlara ve kötülere karşı mücadelede bir nefer olarak yoluma devam ediyorum. Dimdik ayaktayım. Cesaretim tavandır. Gençliğimin olduğunun farkındayım. Yolumun uzun olduğunun da farkındayım. Allah yolumuzu açık etsin. Allah kötülerden, milletimizi korusun. Bana iftira atanlardan ve insanların bugün burada toplanıp, gerçekten üzücü bir şekilde, 10-20 saniye içinde bir iddianame üzerinden bir mahkeme yargılanmasının üçüncü celsesini yaşamaktan üzüntü duyuyorum. Yani Silivri'de bir kampüsün kurulmasından, Çağlayan’dan kaçırılmasından, buraya taşınmasından üzüntü duyuyorum, hicap duyuyorum. Hakimin, heyetinin, buraya gelen diğer sorumluların, görevlilerin böyle bir meşguliyetle meşgul tutulmasından büyük üzüntü duyuyorum. Ve hürlüğümüzü ve hür kalacağımızı her zaman ilan ediyorum. Gerçekten Allah milletimizi kötülerden ve kötülüklerden korusun. İnşallah burada en doğru kararı vereceğinize olan ümidimle, bugün bu yapmış olduğum esas hakkındaki mütalaaya izin verdiğiniz için de teşekkür ediyorum."

"’SON SÖZ’ KAVRAMI BENİM İÇİN UYGUN BİR KAVRAM DEĞİL"

İmamoğlu, avukatların savunmalarının ardından, karar öncesindeki son sözlerinde ise şu ifadeleri kullandı:

"’Son söz’ kavramı, benim için uygun bir kavram değil elbette. Hiçbir zaman sözün bittiği yerde olmayız. Şunu ifade edeyim: gerçekten bir yargı tacizi altında bulunan bir kişi olarak, yoğun bir saldırıyla karşı karşıya olduğumun altını çizmek isterim. Üzülerek ifade edeyim; bugün burada bulunmak ve gerçekten mahkemenin esas çatısının altında değil de Silivri'ye nakledilmiş şekliyle, bir göçebe misali bir mahkemenin kurulduğu ortamda yargılanmanın, tecridin de bir parçası olduğunun altı çizilmek zorundadır. ‘Ahmak davası’ var ve 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasal yasak kararı verildi. Artık neredeyse üç yıla doğru giden bir şekliyle, istinaf mahkemesinde bekletiliyor. Beylikdüzü'nde bir ihale, ihaleden beş yıl sonra, Danıştay kararları olmasına rağmen canlandırıldı. Türkiye, yargı tarihinde olmamış bir biçimde, beş kez mütalaa vermeyen bir savcıyla karşı karşıya. Bir savcı makamının, değişik bir uygulamasıyla karşı karşıya kaldığım bir durumdayım. Savcılık makamı ortada yok. Burada da savcılık makamı, bana kendi savunmamı yaparken, cevap verme hakkı varsa, hakkını kullandı. Hakkı yoksa da sizden, yüce yargıdan bu konuda cevap istiyorum.

"DİPLOMA DAVASI SADECE BENİM İÇİN AÇILDI?"

Tehdit, hedef gösterme davasına sonra geleceğim. Bilirkişi davası… Yani milyar da diyemeyeceğim… (Konuşmanın burasında hakim araya girince…) Sizin mahkemeyle ilgili önemli bir şey söyleyeceğim. Tarihi bir not düşeceğim yani. Bunlar benim başıma geliyor. Yüce Türk yargısının bir ferdisiniz. Önemli bir makamdasınız. Yani sırtımı size dayıyorum ben şu anda. Başka bir yer yok. Dolayısıyla sırtımı size dayıyorsam, o zaman bunları bilmeniz lazım. Belki medyayı takip etmiyorsunuz. Belki medyaya çıkmak istemeyeceksiniz. Onun için bunları duyun. Benden duyun. Bilirkişi mahkemesi, bilirkişiye açılan dava, trilyonlarda bir bile olmayan bir ihtimalle, defalarca benimle ilgili dosyaya düşmüş adamı, ismi Satılmış olan beyefendiyi, ben şikayet ettim millete. Çünkü şikayetlerim yargıda karşılık bulmadı. Benim hakkımda ceza davası açıldı, siyasi yasak davası açıldı. Diploma davası… Benimle, yani 35 yıl önceki işlem, 31 yıl önceki diploma, bu ülkede hiçbir hatası hususu olmadan, uydurma bir kararla, savcılığın zorlamasıyla, haddi olmadan, iptal edildi, zorlayarak. Parantez içinde de ‘YSK’da kullanabilir’ diyor. YSK'da bir tek cumhurbaşkanı adayı olduğunda kullanabilirsiniz, başka bir yerde değil. Ve buradan, iptal edilen diplomam… Yetinmediler, ağır cezada da mahkeme açıldı. 8 yıl 9 ay ağır cezada mahkeme açıldı ve bu mahkemeyle ilgili, benimle ilgili aynı dosyada olan kişiler ayrıldı. Sadece benimle ilgili açıldı. Acele var yani. Bir acele var. Bu acele nasıl yani? Bir insan böyle bir cenderede olabilir mi yahu? Biz neye güveneceğiz yani?

Ve tutuklamalar, kayyumlar vesaire… Ahmet Özer Başkanımız, pazartesi buradan tahliye kararı aldı. Ahmet Özer, 30 Ekim'de, tahliye aldığı karardan dolayı evine operasyon düzenlendi ve tutuklandı. Aylar sonra, bir başka mahkemeden ilave tutuklamadan dolayı hakkında bir tutuklama kararı verdi. 9 aydır hapiste 65 yaşında bu ülkenin profesörü. Niye? Daha bir yıl önce, bir buçuk yıl önce, iki yıl önce kendisine oy vermeyen herkes ‘teröristti’. Şimdi başka bir evreye geldik. Şimdi başka bir şey konuşacağız! Yok öyle bir şey! Yok. Ben her zaman dedim; 86 milyon insan benim için vatanseverdir. Bu bakımdan ben, ‘vah memleket vah’ demek istemiyorum. Ve bu mahkemenin, bu silsileye eklenmesini arzu etmiyorum. İstemiyorum. Bu benim Ekrem İmamoğlu olarak talebimdir. Ben, Mehmet Çalık kardeşimin evine dönmesini istiyorum. Bu insan niye hapiste? Niye süründürülüyor. Buradan İzmir'e, İzmir'den, İstanbul'a, adli tıp… Yeter. Yeter. Cinayete doğru gidiyor bu iş. Bu yargılama değil. Burası, bu silsileye eklensin istemiyorum Sayın Hakim. Mehmet Çalık gibi Fatoş, Elif, Kadriye, kadın mahkumlar… Nedir yahu? Çoluğundan çocuğundan şoförler… Öyle gerile gerile, kafasını gözünü sert sert bakarak bize kimse bakmasın yani. Ben umursamıyorum o bakışları. Gelip geçer. Bu günler gelip geçer. Her karar, kendi peşinden gider. Çok net.

"MİLLETİM ADINA MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞİM"

Dün 15 Temmuz'du. Şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyoruz. Niye öldü o insanlar? O insanlar niye öldü? O insanlar niye öldü? O darbe niye düzenlendi? Sayın Genel Başkanıma söz hakkı verilmemiş Meclis’te. Ben, 15 Temmuz'dan dört gün sonra mevlit okutmak istedim. Müftü, ‘okuyamazsın’ dedi. ‘Okutamazsın’ dedi camide. ‘Niye’ dedim Sayın Müftü? Kaymakam öyle söylüyor. Aradım kaymakamı. Dedim, ‘Sayın Kaymakam niye okutamazmışım?’ Dedi ki ‘Ya çok dua okundu. Yeter’ dedi, ‘Sen niye okutacaksın?’ CHP'li Ekrem İmamoğlu müftü ve kaymakam karar alıyor. Niye? Camide mevlit okutamazsın şehitlere diye. ‘İyi’ dedim ‘Ben gidiyorum, akşam kendim okuyacağım’ dedim. Gittim de okuttum. Bunu niye söylüyorum? Bunlar önemli Sayın Hakimim. Hepsi birbiriyle ilişkili. Burada konuştuğumuz konu, Sayın Başsavcı'yla ilgili benimle alakalı tehdit ve hakaret. Ben bu cennet vatanda, bir kişi için tehdidim. Bir kişi için tehdidim. O da ben değil, ben tehdit etmem. Millet tehdit eder. Sandıkta dört kez yendim, beşinci kez yeneceğim için tehdidim. Onun için bugün buradayım ve bunun başka bir sebebi yok. Ben onun için buradayım. O bakımdan, o öyle düşünmeye devam etsin. Ben, milletim adına mücadeleye devam edeceğim. Kararlılığım, bugün tarif edemeyeceğiniz seviyededir. Tek arzum vardır: ‘Vah memleket vah’ silsilesine, sıralamasına bu mahkeme girmesin. Teşekkür ederim."

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER