USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

SİZCE LAİKLİK NEDİR?

31-01-2018

Cumhuriyet’in Altı İlkesi’nden biri olan Laiklik’in tarifi henüz yapılmış değildir. Sizce Laiklik nedir diye soracak olursak, herkes bir tanım yapacaktır. Sözde Demokratik(!) ülkelerde bu konu farklı şekillerde algılanmaktadır. Türkiye’de herkes kendi ideolojisine göre birer tanım yapmaktadır. Bu durumda hakim olan siyasi güç, kendi tanım şeklini dayatmaya çalışıyor. 

Ord. Prf. Ali Fuat BAŞGİL’E* göre; “Laik veya Layik” kelimesi; “Laic=Laigue” Latince “Laicus” aslından alınmış, Fransızca bir kelimedir. Sözlük anlamı; “Ruhani olmayan kimse, dini(din ile ilgili) olmayan şey, fikir, müessese, sistem, prensip, hukuk ve ahlaka Laik” denilmektir. Laik kelimesi, Fransız İhtilali ile birlikte hukuk ıstılahları arasına girmiştir. İhtilalde Fransa Devleti ve Hukuku, Kilise’den ayrılarak Dinilikten çıkınca, yeni doğan bu çocuğa bir ad vermek gerekti ve “Layik Devlet, Layik Hukuk” adı konuldu. Şu halde “Laik Hukuk” deyince; Dini(din ile ilgili) olmayan, esaslarını dinden almayan hukuk; “Laik Devlet” deyince; Dini akide ve esaslara dayanmayan devlet anlamak lazım gelir. “Laik kişi”; Bir Dini görüşe sahip olmakla birlikte, Dine karşı olmayıp, ancak; Din adamı olmayan, Dindar olmayan, Dini hükümlerle hareket etmeyen kişi anlamak gerekir.

Bu kelime bize Meşrutiyet yıllarında girmiş ve o zaman(La Dini) diye tercüme olunmuştur. “La Dini” deyince, Latince kökenli olan bu kelime birden, Arapça bir kelime imiş gibi karşımıza çıkmıştır. “Din karşıtı, hiçbir Dini olmayan” yorumlarına neden olmuştur. Halbuki “Din karşıtı veya Dinsiz olmak” ayrıdır, sade bir vatandaş olarak “Dindar olmamak” ayrıdır.

Aslında Fransa, Kilise’nin ve Ruhani Sınıfın Dini Taassubundan kurtulmak için böyle bir yol bulmuştur. Kilise’de Vaftizler, Günah Çıkarmalar, Allah adına günahları affetmeler, Cennet vaad etmeler diz boyu. Müslümanlıkta Ruhani bir sınıf veya Camii Taassubu olmadığı için, Allah’a en yakın(takva sahibi) olan kişinin üstünlüğü ön plana çıkmaktadır. Bu da kişi ile Allah arasında bir olaydır. Bu Takva dışa yansıtılıp, baskı aracı yapılamaz, o zaman Riya(gösteriş) olur ve kişinin ibadet ve inancı fesada gider. İşte iki din arasındaki bu esaslı ve tarihi ayrılıktan dolayı, Müslüman-Türk Halkı Laikliği anlamakta güçlük çekmiştir.

Hıristiyanlık’ta ve Musevilik’te, bir başka dine karşı hoşgörü yoktur. Kişiyi zorla Dine çevirmek vardır. İslam’da ise; “dinde zorlama yoktur.” Ama İslam Dini’inin Felsefesi içinde Hoşgörü ve Laiklik de vardır. İslam kelimesi “SLM” kökünden gelmekte ve “ORTAYOL” demektir. Yani İSLAM kelimesinin tarifinde bile aşırılık ve taassup yoktur, af etme ve hoşgörü vardır. Kardeşinizi öldürene, ölüm cezası isteme hakkına sahip olduğunuz halde, ancak ayet-i kerime; “af etmenin faziletinin daha fazla olduğunu” ifade eder. Hz. Ömer Küdüs’e girdiğinde, hiçbir Hıristiyan ve Yahudi’ye karışmadı. Bir Hıristiyan’ın arsasını zorla elinden alıp camii yapan Vali’yi, Hz. Ömer cezalandırarak, o camiyi yıktırmış ve arsasını sahibine teslim etmiştir. Yahudiler Küdüs’ü aldıklarında 70 bin Müslüman’ı katlettiler, Selahaddin-i Eyyübi Kudüs’ü fethedince kimsenin burnunu dahi kanatmadı. Fatih, İstanbul’a girince, herkesi inançlarını yaşamada serbest bıraktı. Mermer Sütunların başlarını fazla kestiği için, Hıristiyan Mimarın elini kestiren Fatih’in de elinin kesilmesine karar veren mahkeme, Mimara ömür boyu maaş bağlatmıştır. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, İslam Dini’nin özünde Laiklik, yani dinlere karşı hoşgörü ile eşit mesafeli bir duruş vardır.   

Gelelim bizim sözlüklerimizde Laiklik için; “Laik olma durumu, laisizm.” şeklinde tanımlarla karşılaşmaktayız. Bana göre bu tanımlar da yeterli değildir. “Laik olma durumu, laisizm” şeklindeki bir tanım, tanım değildir. Çünkü bir açıklama getirmemektedir. Bu nedenle herkes kendine göre bir tanım getirince, kavram kargaşası çıkmaktadır. Henüz tanımı yapılmamış veya tanımı üzerinde fikir birliğine varılmamış bir ilke için, hukukçular da kendi ideolojik düşüncelerine yakın, keyfi tanımlar yapmakta ve hükümler vermektedirler.

Ülkemizde, üç kutuplu bir siyaset devam ettiğine göre, Laikliğin de üç ayrı tarifine rastlamak mümkündür. AB’ci Sol kesim Laikliği; sadece “İslam Dinine karşı olan bir Laiklik” şeklinde tanımlarken, sözde Adil Düzeni(Arap Sosyalizmini) savunan N. Erbakan kesimi; “Laiklik dinsizlik demektir.” Diyor. AB’ci Masonik Sağ Partiler(DP, AP, DYP ve ANAP) ise; “sessiz kalmayı tercih ederek” muğlak bir yaklaşım göstermektedirler. Milliyetçi kesim; “Herkesin dini inançlarında hür ve serbest olması” şeklinde tanımlamaktadır. Yıllardır her kesim kendi tanımı üzerinde ısrar ederek, inadını sürdürmektedir. Bilgisayar ve Uzay Çağında, hala Laikliğin tarifi üzerinde anlaşmış değiliz. Bu durum, insanımızın kamplaşmasına neden olmaktadır.

Bence artık Laikliğin bir tek tarifi üzerinde anlaşarak, son noktayı koymanın zamanı gelmiştir. Benim nacizane düşünceme göre Laiklik; “Herkesi Dini İnançlarında hür ve serbest bırakan, Dinler arası ilişkileri düzenleyen bir hukuktur, bir Şemsiyedir.”  Bir ülkede, bir dinin mensupları çoğunlukta olup, bir başka dine inanan bir azınlığın haklarını kısıtlamaya kalkabilirler. Bu durumda “LAİKLİK İLKESİ” devreye girer ve çoğunluğun azınlığın veya azınlığın çoğunluğun haklarını kısıtlamasına engel olur. Bu engel olma durumu daha önce yasalarla belirlenmiş olmalıdır. Laiklik İlkesi veya Laik olan bir Devlet, bütün Dinlere eşit mesafede olmalıdır. Kişi çok Dindar, az Dindar , hatta Dinsiz de olabilir. Yasalara aykırı bir şekilde, başkalarının haklarını kısıtlamaya gitmediği sürece, inancını veya inançsızlığını dilediği gibi yaşayabilmelidir.

Başka ülkelerde çoğunluk, azınlığın haklarını engellemeye kalkarken, Türkiye’de bu durum tam tersine işlemektedir. Azınlık, çoğunluğun haklarını kısıtlamayı becerebilmektedir. Bunun da nedeni şudur: Bundan 550 yıl önce, İspanya’da Soykırıma uğrayan Yahudiler, Anadolu’ya geldiklerinde, bir kısımları sözde Müslüman oldular. Bunlara “Sabetayist” diyoruz. Bunlar, Hıristiyanlarla da işbirliği yaparak, evliliklerle Saray’a girdiler ve Osmanlı Devletini borçlandırarak yıktılar. Hatta bu “geri zekalı(!)” Türkleri İstanbul’a sokmayalım dediler.

Kurtuluş Savaşında 250 bin kalifiye elemanını kaybeden Türk Milleti, Yeni Cumhuriyet’in kuruluşunda teknik eleman bulamadığından, burnu dahi kanamayan bu “Sabetayistlerle” çalışmak zorunda kaldı. Sağcı ve Solcu Mason iktidarlar aracılığı ile başlayan bu kadrolaşma ile kurumları ele geçiren bu azınlıklar, şimdi “İrtica Var, Laiklik Elden Gidiyor” diyerek, kendi ideolojilerini Laiklik arkasına saklanarak dayatmakta, Müslüman Türklerin haklarını kısıtlamaktadırlar. Dağdaki gelip, Bağdakini kovmak istiyor. Laikliği kendi istedikleri gibi tarif ederek, engeller çıkarmaktadırlar. Baş Örtüsü’nün okullarda yasaklanması gibi kısıtlamalar… Eğer Laiklik, bütün dinlere eşit mesafede olmaksa; bu durumda Rahibelerin de Baş Örtüsü ile Okula gitmelerini engellemeli. Müslüman Türk’e yasak, Devşirme- Dönmelere serbestlik olmaz. Bence her ikisine de serbest olmalıdır. Çünkü “herkesin dini inançlarında hür ve serbest olması” gerekir. Dileyen başı açık olmalı, dileyen kapatabilmelidir.

Batılı bir devlet adamı; “Bizim için, Türkiye’nin yönetimi Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir.” Derken, bizim de;  “Türkiye’yi Türkler Yönetmeli” demek gibi doğal bir hakkımız olmalıdır. Bundan sonra, Türkiye’nin önem arz eden Makamlarında bulunanların soylarının araştırılarak, Türk olmayanların takibe alınmaları gerekir. Öğretmen, Polis ve Asker alımlarında “soya” çok dikkat edilmelidir. Bizden söylemesi.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?