USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

NANKÖRLÜK ETMEYİN LAN !

03-02-2022
AAAHHH aaahhh ah ve de VAAAAHHH vaaahhh vah !
Ve VEYL olsun, o zamanları UNUTANLARA !
SEFÂLET günlerindeydik, MAHRÛMİYET içerisindeydik.
ELEKTRİK henüz Türkiye’ye gelmediği için MUM ve GAZ LAMBASI yakıyorduk ki, lambada yakacağımız GAZ da her zaman bulunmadığı için çoğunlukla MUM ışığıyla aydınlanıyorduk.
Tabii ki, DOĞAL GAZ da yoktu; isli pisli linyit kömürü yakarak ısınıyorduk.
CEP telefonu falan görmemiştik.
MANYETOLU denilen kollu ev telefonları vardı. Önce SANTRAL çıkıyordu karşımıza, sonra Santral aracılığıyla istediğimiz telefona bağlanıyorduk.
ELEKTRİK olmadığı için TELEVİZYONLAR da yoktu.
Ancak lüküs Cafelerde ve çok lüküs otel salonlarında jeneratör ile çalışan siyah-beyaz TeVe’ler vardı. Bu TeVe’lerde, yabancı memleketlerdeki insanların ellerinde küçücük şeylerle konuştuklarını gördükçe HAYRETİMİZ ŞAŞARDI, aklımız karışırdı.
HEYHÂT, ne çabuk unutuldu o günler de, şimdi içinde bulunduğumuz REFAH günleri İNKÂR edilir oldu !?
Neyse ki, ben o NANKÖRLERDEN değilim de, ŞAHSIM olarak yaşadığım HAKİKİ bi hadiseyi size anlatıp HAFIZALARINIZA ve VİCDANLARINIZA sesleneceğim:
2001 yılının yine böyle bir KANDİL gecesiydi; çok soğuk bi geceydi.
O zamanlar, ATATÜRK kapattığı için CAMİ falan yoktu, İNÖNÜ de oraları DEPO yapmıştı.
İMAM mektepleri de olmadığı için İMAM da yetiştirilmiyordu.
Bu yüzden NAMAZ falan bilmediğimiz gibi KANDİL gibi KUTSAL günleri de bilmiyorduk.
CÜBBELİ Ahmet Mahmut (çok) Ünlü gibi, Nihat NAKİTOĞLU gibi DİN âlimleri de yoktu.
Bu sebeble neyin MEKRÛH neyin MUBÂH olduğunu ve mesela bu (alkollü) MÜSKİRÂT cinsi içeceklerin hangisinin DİNİMİZE muhalif ve GÜNAH olduğunu da bilemiyorduk.
Bizim mahalle arkadaşlarıyla (Samur sokaktaki) SEDAT’ın evinde toplanmıştık.
Ümit, (merhum) Tuna, (merhum) Cihat, Emin ve daha (isimlerini unuttuğum aynı sokaktan) bi kaç kişi.
İşte bu BİLMEZLİKLE biz epeyce içmiştik.
O zamanlar RAKI, şarap, bira falan bedeli çok UCUZ idi. Onun için çok önceden bu MÜSKİRÂT cinsi içkilerimizi depolamıştık, stoklarımız iyiydi. Rakı, şarap, bira, votka vs. Tabii ki hep beraber içiyorduk. Herkes biraz yemek de getirmişti. Komşulardan da almıştık.
Şamata, gırgır, şarkı türkü gırlaydı
Bööle bi gecenin yarısında beni bi mide sancısı tuttu ki heç sormayın.
KIVRIM-Kıvrım KIVRANDIM. Ölecem sandım, inlemeye başladım.
O zamanlar, bu zamanlardaki gibi AMBULANS da yoktu. CANKURTARAN diye LASTİK TEKERLEKLİ YAYLI FAYTON AT ARABALARI kullanılıyordu. O zaman şartlarına göre LÜKÜS arabalardı. Hastayı heç SARSMIYORDU.
Arkadaşlar korktu ve Sedat telefona sarıldı. MANYETOLU telefonun kolunu çevir ha çevir; kolu yoruldu da, Ümit devam etti. Nihayet santrala ulaştı. Bi CANKURTARAN istedi.
Sağolsunlar, 1 saat kadar sonra ACİLEN geldiler.
Cankurtaran ARABASININ hepimizi alması mümkün değildi. Ve zaten hem yasaktı hemin de yer yoktu.
Ben ARABADA önde, arkadaşlar da arkada PİYADE olarak, yarım saat kadar sonra ACİLEN bi hastaneye ulaştık.
Ben, yolda bayıldığım için o anda hangi Hastane olduğunu anlayamadım. Sonradan oranın NUMUNE Hastanesi olduğunu anladım.
O zamanlar ANKARA’daydık. Yani BAŞ ŞEHİR’deydik ve yani ŞEHİRDE yaşıyor idik, ama şimdiki gibi ŞEHİR HASTANELERİNDEN mahrum idik.
Mevcut hastaneler KÖY sağlık ocakları gibiydi.
(Zaten bu NUMUNE Hastanesi de, bu ŞEHİR Hastanesi yapıldıktan sonra diğer bazı hastaneler gibi BOŞALTILDI ya neyse …)
O zamanlar her hastanede DOKTOR da yoktu.
HASTABAKICILAR vardı, doktor gibi iş yaparlardı.
BAYTARLARDAN bile faydalanan hastaneler vardı.
MR ve Tomografi de olmadığı için iç organlarımıza bakma işini GÜNEŞE doğru tutarak yaparlardı. Hastanenin çatı katına çıkarırlardı. Bu hususta çok marifet ve MAHÂRET sahibi olmuşlardı.
Gerçi, RÖNTGEN çekme cihazları vardı ama, bunun FİLMİNİ alacak PARA olmadığı için kullanılmıyordu.
Ben, gece yarısı GÜNEŞİN olmadığı ZİFİRİ bi karanlık bi zamanda gittiğim için, çok guvvetli bir projektör ışığı önüne getirip mideme baktılar.
"Lan senin heç bi şeyin yok RAKIYI fazla gaçırmışsın o kadar. Niye geldin de bizi meşgul ettin" diyerek beni KOVDULAR.
O zamanlar Bay KEMAL GILIŞTAROĞLU denilen bi Genel Müdür vardı. Sosyal Sigortalar Kurumu’nu BATIRDIĞI için sigortadan da faydalanamıyorduk. Paramız da yoktu.
Az daha (o PROJEKTÖR tutma masrafı ve hastaneye GİRİŞ parası yüzünden) hastanede REHİN kalacaktım.
O zamanlar, bi çok REHİN kalmış hasta hadiseleri işitiyorduk. İnsanlar, hastane parasını ödeyemedikleri için ÖLÜSÜNÜ bile alamıyordu da, bazı ölü sahipleri ÖLÜSÜNÜ kaldığı yerde BIRAKIP gidiyordu.
Bay KEMAAAALLLL … !?
Çok FELAKET ve MAHRUMİYET yılları idi !
Ama, imdadıma EMİN yetişti. O 2 metreye yakın boyu ve iri bedeniyle beni SIRTLADI ve diğer arkadaşların da, etrafımızı çevirip beni GÖRÜNMEZ hale getirdi ve bu şekilde hastaneden KAÇIRILDIM.
Aynı CANKURTARANLA geri dönemediğimiz ve cebimizde taksi parası da olmadığı için, o saatten sonra yaya olarak eve dönmek zorunda kaldık.
Ümit, Tuna, Cihat, Sedat ve Emin, beni yarı yarıya omuzlayarak nöbetleşe yola düştük.
Yolun yarısında AYILDIĞIM ve heç bi şeyim galmadığı için onların omuzlarından indim ve beraberce yürüyerek eve geri geldik. Tabii ki, İÇMEYE de devam ettik.
Aaaahhh ah, ne biçim MAHRUMİYET günleriydi o günler. Hatırlamak bile istemiyorum.
Aha şimdi çok hüzünlendim.
Allah, bu Başımızdaki bu Adamlardan razı osun.
Ya RABB şüküüüüürrr !
ŞEHİR HASTANELERİMİZ var, eMaR cihazına gavuştuk, tomografiyi gördük.
Her bi şeyden önemlisi de, hem ELEKTRİĞE kavuştuk ve hemin de ATLI CANKURTARANLARDAN KURTULDUK da MOTORLU AMBULANSLARA binmeye başladık.
Yaaaa işte bööle sayın seyirciler !
GISGANANLAR çatlasın, UNUTANLAR patlasın.
Münafıklar HOPLASIN, Münkirler ZIPLASIN.
Bu anlattığımı BEĞENEN olursa, onlar da, MÜSKİRÂTA (rakıya falan) dayansın keyflerine baksın !
Aha bu anlattığım hadisenin şahitlerinden SAĞ kalan;
Eeeeeeeyyy İstanbul’daki ÜMİT ve EMİN ve Ayvalık’taki SEDAT !
Sööleyin Lan bööle olmadı mıydı ve o zamanlardaki hâlimiz ööle değil miydi?
"YERSEN" ... !?
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?