USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

İSLÂMÎ İKTİSAT veya MÜSLÜMAN’ın EKONOMİSİ!

26-06-2020

Öncelikle, ESAHH (en hakiki) Müslümanların bu dünyaya nasıl baktığını, nasıl bir ayırım yaptığını görelim:

Bu dünya, “HAKİKİ” Müslümanlar nazarında ikiye ayrılır:
DÂR ül HARB (veya dâr ül cihâd) ve DÂR ül İSLÂM.

DÂR-ül İSLÂM; ŞERÎAT ile, yani KUR’AN esaslarına göre idare edilen ülke demektir.
Bunun dışında, yani ŞERÎATA göre idare EDİLMEYEN ülke de “KÂFİR” ülkedir. Yani, DÂR-ül HARB’dir.

Yani, dünya iki KUTUPTUR: MÜSLÜMANLARIN yaşadığı memleketler ve KÂFİRLERİN yaşadığı yerler.

Müslümanlar, “KÂFİR” dedikleri insanlarla devamlı olarak HARP halinde olmalıdır. Ve onlar Müslüman olana kadar, onlarla SAVAŞMALIDIR. Bunun adı CİHAD’dır ve bunu yapanlara da MÜCÂHİD denir. Mücâhidler de CENNETLİKTİR. Kur’an böyle der ve böyle emreder.
(Bakara 154, Âli İmran 169-172, Nisâ 74)

Maide Sûresi 44. Âyet: “Her kim Allah'ın İNZÂL ettiği ile HÜKMETMEZSE işte KÂFİRLER ONLARDIR" (İnzâl = İndirilen. Yani Kur’an)

Bakara Sûresi 193. Âyet: “Fitneden eser kalmayıp DİN ve İBADULLAH için ÖLÜNCEYE KADAR onlar ile KITAL edip, onlar vazgeçerlerse onlara el uzatmak yoktur.” (Kıtal = Savaş, öldürme. KATLİAM, zaptedilen yerdeki herkesin öldürülmesi)

Enfal 39. Âyet “Hiçbir fitne kalmayıncaya, bütün DİN Allah için oluncaya kadar onlarla kıtalda bulunun. Onlar küfürden vazgeçerlerse onları salıverin.”

Bu savaşta ALLAH da, Müslümanların yanındadır. Müslümanların zayıf olduğu zamanlarda MELEKLERİNİ göndererek yardımını da esirgemediğini söylemektedir.

Enfal Sûresi:
"(65) Ey Peygamber ! Mü'minleri KITALA teşvik et. İçinizden sabırlı YİRMİ kişi İKİYÜZ kâfire galebe eder. İçinizden yine sabırlı YÜZ kişi KÂFİR olanlardan BİN kişiyi yener. Çünki onlar ANLAMAZ, idraksiz bir cemaattir."
"(66) Şimdi ise sizden ağır yükü hafifletti. Sizlerde zaaf bulunduğunu bildi. İçinizden SABIRLI 100 kişi 200 kişiye, yine içinizden sabırlı 1000 kişi 2000 kişiye Allah'ın izni ile galebe eder. Allah SABIRLI olanlarla beraberdir."

ATATÜRK Türkiye’si de LAİK olduğu ve ŞERÎAT ile idare edilmediği için, bu “HAKİKİ” Müslümanlar nazarında SAVAŞILMASI gereken, "KÂFİR" sayılan bir ülkedir.
Böyle bir savaşta elde edilen her türlü canlı veya cansız, hayvan veya insan, GANİMET sayılır. Bunu böyle kabul ettikleri için de CUMHURİYETE ve ATATÜRK’e DÜŞMANLIKLARINI açıklamaktan sakınmamaktadırlar. Ve bu Devlet’ten ne ÇALARLARSA çalsınlar, onu GANİMET olarak saymaktadırlar.

İslâm ülkelerinin EKONOMİK hâlini anlayabilmek için, içinden çıktığımız OSMANLI İmparatorluğunun İKTİSADÎ durumuna bakmak lazımdır.
Öyle ya, 700 sene kadar dünyaya hükmetmiş bir İmparatorluktur.

Osmanlı’nın bütün geliri GANİMET, FEY, HARAÇ ve CİZYE idi.

GANİMET, bir savaş veya ÇAPULCULUK sonucunda malın sahibinden ZORLA alınan her türlü canlı-cansız mal, eşya, para veya herhangi bir mülktür.

Ganimet CARİYE = Kocası, babası veya bir büyüğü ÖLDÜRÜLEN ve yalnız kalan kadın kız demektir.
KÖLE de, GANİMETTE elde edilen ERKEK demektir.

FEY: Savaş yapmadan barışla, anlaşma ile alınan mallara FEY (Haşr Sûresi 7 âyet), bazı Müslümanların müşriklerden harp etmeksizin aldıkları hayvan, köle ve eşya gibi mallara da ENFAL adı verilir. (Enfal Sûresi)

HARAÇ: Ele geçirilen gayrimüslimlere ait topraklarda yaşayanların mahsulünden ve sahip oldukları toprakların genişliğine göre VERGİ adı altında alınan para. Bunun paraleli olarak Müslümanlardan alınan vergiye de ÖŞÜR (uşr) denir

CİZYE: Canlarını korumak karşılığında ZIMMÎLERDEN alınan bir vergidir. ZİMMÎ: İslâm devleti tebaasından olan ve HARAÇ veren Hıristiyanlar ve Yahûdilerdir.

Osmanlı'nın gelir kaynağı gayrimüslimlerden alınan bu tip vergilerdi. FETİHLER ve dolayısıyla bu vergiler bitince Osmanlı maliyesi çöktü.
Tabii ya, BELEŞ dönem bitmiş oldu.

Elin “GÂVURU” SANAYİ devrimi yaşarken, MÜSLÜMANLAR yerinde saymaya başladı.
KADER dediler ve ölümü, Allah’ın takdirine ve Melek AZRAİL’e havale ettiler.
RIZK dediler ellerini havaya açık beslenmeyi, mal mülk edinmeyi Allah’tan beklediler. FAKİRLİĞİ Allah’ın sevdiği kullarına verdiği bir nimet zannettiler.
Hava şartlarını Melek MİKAİL’in idare ettiğine inandılar.
Namaz kılıp oruç tutarak ve dua ederek CENNET hayâli ile yaşayıp Melek İSRAFİL’in BORU çalacağı günü tevekkül ile beklemeyi marifet bellediler.

OK-Yay, KILIÇ-Kalkan zamanındaki şartlar eşitken (o zamanın şartları gereğince) FETİH adıyla yaptıkları İŞGALLERİN devam edeceğini zannettiler. Ve yan gelip yattılar.

Elin “KÂFİRİ”, “DELİKLİ DEMİR” dediğimiz TÜFEK icad ettikten sonra, onlardan aldıkları ağızdan dolma tüfeklerle “POOF diye ses çıkararak ancak 50 metre uzağa ulaşabildiği zamanlarda, yine bu KÂFİRLER, YİV-SETLİ tüfek icad edip 300 metre öteyi vurmaya başladıklarında bizimkiler KIÇ üstü oturup kaldılar ve kendi içlerinde birbirlerini yemeye başladılar.

Artık hiçbir savaş kazanılamadı ve vaziyet, hep mağlubiyet ve hep SEFALET ve REZALET ile neticelendi.

Padişahlar ve Devlet memurları artık kendi askerlerinden (yeniçerilerden) KORKMAYA başladılar ve onları doyurmak telaşına kapıldılar ve onların esiri durumuna düştüler.

GANİMETİN bol olduğu zamandaki gelir tükenince HALKIN sırtına binildi ve vergilerle halk EZİLMEYE başlandı.
Bütün Devlet yetkilileri Rus, Rum, Ermeni, Yahûdi oldu.

TÜRK olmak adetâ SUÇ sayıldı. Türk halkı REÂYÂ olarak Padişahın KULU kabul edilir oldu.
“ETRÂK-i BÎİDRÂK” (anlaşışsız TÜRK) diyerek TÜRKLERİN aşağılanması moda halini aldı.

Bütün Padişah anaları da Rum, Ermeni, Rus kadınlar idi.

Allah da, artık onların yanında değildi ve savaşlara MELEK göndermez olmuştu.
Halbuki, Kur'an şu âyetleri yerinde duruyordu:

Enfal Sûresi 12-14. Âyet: “… Ben sizinle beraberim, mü’min olanları sabit kadem kılın, ben, KÂFİR olanların kalplerine korku düşüreceğim. Artık onların boyunlarına VURUN, onların her parmağına da vurun.” 13 – “Bu hal onların Allah’a, peygamberine, hilâfgirlikte bulunduklarından dolayıdır. Her kim Allah’a, peygamberine hilâfgirlikte bulunursa Allah’ın onlara ukubeti şiddetli olur.” 14 –KÂFİRLER ! Şimdiki azabınızı tadın, kâfirler için âhirette ATEŞ azabı vardır”

Bu ÇÖKÜŞE paralel olarak Devlet memurlarının ZENGİNLEŞMESİ başladı. Bu da, BOĞAZ kıyısında yapılan SARAYLAR, kasrlar, yalılar, köşkler ile kendini gösterdi.

Boğaz’daki bu yalıların sahiplerinin tamamının PAŞA (yani Müşir) veya Devletin diğer ileri gelen memurlarının oluşu elbette ki tesadüf değildi.

Hepsi de, inin inim inletilerek halktan alınan vergilerden ve ERLERİN gıdasından, Orduların ihtiyacından kesilerek veya RÜŞVET alınarak yapılan ÂBİDE-i İRTİŞÂ, yani RÜŞVET ÂBİDESİ idi.

O zamanlar, yalı veya köşk yaptıran diğer devlet adamlarının ve paşaların örnek aldığı DOLMABAHÇE SARAYI da ayrı bir AKILSIZLIK, ahmaklık ve salaklık ÂBİDESİDİR.

Şimdiki Dolmabahçe Sarayı’nı ABDÜLMECİD, Mimar Garabet Balyan ile oğlu Nikoğos Balyan’a yaptırdı.
İnşaata 1842’de başlandı 1853’de bitirildi.

Bu Saray, yabancı ve bilhassa Yahûdi Banker TEFECİLERDEN alınan BORÇ para ile bitirilmişti.
(FAİZ de İslâmiyette hiçbir zaman yok olmamıştır ve hatta Devlet kararlarıyla FAİZ oranları tesbit edilmiş ve ilan edilmiştir)

Saray bitiminin hemen ardından Mart 1854’de Rusya ile Kırım Savaşı başlamış ve Şubat 1855’de bittiğinde Osmanlı İmparatorluğu BORÇ BATAKLIĞINA iyi gömülmüştü.

Osmanlı İmparatorluğu’nun birinci dış borçlanması 24 Ağustos 1854’de Londra’daki Palmer ve Ort. İle Paris’teki Goldschmied ve Ort. Firmalarından sağlanan 3 000 000 sterlin ile oldu. Bu borcun faizi 8 idi. Alınan bu borca karşılık teminat olarak Mısır vergisinin bir kısmı gösterildiği için buna “Mısır Borçlanması” da denir.

Öteki borçlanmalar 1855, 1871, 1877 yıllarında oldu.
Abdulaziz zamanında 1862, 1863, 1865, 1869, 1871, 1872, 1873, 1874 yıllarındaki BORÇLANMALAR büyük oranda SARAY YAPIMINA ve ESKİ BORÇLARIN ÖDENMESİNE ayrıldı.

Osmanlı İmparatorluğu bu aldığı borçları ÖDEYEMEZ duruma düştüğü için "DIŞ GÜCLER" birleşerek Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün GELİRLERİNE EL KOYDU.

Bunun için 1881 yılında, tamamen "DIŞ GÜCLERİN" idaresi altında olan DÜYÛNU UMUMİYE (umumi borçlar) diye bir teşkilat kuruldu ve bu borçların ödenmesi Cumhuriyet dönemine kadar sarktı ve ancak 1954 yılında bitirilebildi.

Uzun lafın kısası, MÜSLÜMAN âlemin İKTİSADI da İTİBARI da SARAYLARIN büyüklüğü ile ölçülür oldu ve İFLAS etmekten kurtulamadı.

Şimdi de, 1400 sene evvelki MASALLARIN artarak anlatıldığı ve buna inandırılan milyonlarca insanın bulunduğu şu zamanımızda; sanayi tesisleri ve fabrika kurulacağı yerde BAHÇE ve İMAMLAR için işyeri olmaktan başka işe yaramayan, her köşe başına ve her boş arsaya CAMİ yapmak ve dünyanın her köşesine CAMİ İHRAÇ etmekten öteye gitmeyen faaliyetler yapılmaya devam edildiği müddetçe;
KURTULAMAYACAKTIR da … !

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?