USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

İKİ MUSTAFA (BÜLBÜLÜN GÜLE AŞKI)

İKİ MUSTAFA (BÜLBÜLÜN GÜLE AŞKI)
22-03-2018

Günümüzde bıkmadan, usanmadan hala Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü Din ve Peygamber düşmanı gibi göstermek isteyenler var ve bu yolla Türkiye Cumhuriyetinden ve Atatürk’ten intikam almak isteyenlerin varlığını görmekteyiz. Cumhuriyetimizin başındaki Türkiye(Türk) ismine tahammül edemeyip kuduranların varlığını görmekteyiz.

İngilizlere casusluk yapan bazı Tarikat mensupları, Tarikatların tekke ve zaviyelerini kapatan Mustafa Kemal’e dinsiz diyerek, düşmanlık beslediler. Hatta İngilizlerin kucağında oturdukları halde, Mustafa Kemal’e “İngiliz Kemal” dediler. Onların torunları da bu düşmanlığı devam ettiriyorlar.
Türkiye’deki Sol Hareket de Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü sözde Devrimci-Solcu-Marksist-Ateist göstermekle bu İngiliz ajanı Tarikatların ekmeğine yağ sürerek, onların “dinsizdir” tezlerini onaylamış oldular. ATATÜRK’Ü seviyor görünen kesim de, sevmeyen kesim de onun “dinsizliği” konusunda hemfikir oldular. Aslında Sol’un Mustafa Kemale sahip çıkması, sevgiden dolayı değildir. Bir görev gereği sahip çıktılar. Bugün ise; Solun içindeki devşirme Sabetayist, Rum, Ermeni, Süryani, Ezidi olanlar, “Kemalizm AB’ye girmemize engeldir” diyorlar. Neden? Çünkü Kemalizm “Devletin Üniterliği”ni savunuyor da ondan. Sol, 1955 yılında Moskova’da toplanan beynelminel sanatçılar ve yazarlar kongresinde alınan 22 maddelik karaların 18. maddesi gereği, “her Sosyalist bulunduğu ülkesindeki kahramanları yok edemiyorsa onları bayraklaştırsın.” Mustafa Kemal’i yok edemeyeceklerini anlayan Türkiyeli Sosyalistler, onu bayraklaştırma taktiğini uyguladılar, ancak onu dinsiz göstermeyi başardılar. Yani Rus ajanı Solcular ve ve İngiliz ajanı bazı Tarikat ve cemaatler biribirlerinin işlerini kolaylaştırdılar. Tarikat ve cemaatler dinsiz dediler, Sosyalistler de dinsiz oldukları için evet dinsiz dediler ve İngiliz ajanı bazı tarikat ve cemaatlerin işini kolaylaştırdılar. Peygamber Efendimize eziyet eden ve Ehl-i Beytininin soyunu kurutan gizli Arap Milliyetçileri, Ehl-i Beyt’in ve MU medeniyetinin son torunu Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK’ü  linç etmek istiyorlar.

ATATÜRK’Ü; Türklerin BAŞBUĞU ve MU denen kişinin ve yine MU ile başlayan MU’sa ve MU’hammed MU’stafa’nın mirasçısı, Ehl-i Beyt’ten son MU(stafa) olarak gören, bilen bir kesim olan Ülkücüler de, bu çifte standartlı münafıkların arasından sesini yükseltip, Mustafa Kemal’in “dinsiz” olmadığını bir türlü anlatamadılar ve seslerini duyuramadılar.

Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü dinsiz gösterenler onun TBMM. Yi Cuma Namazından sonra Kur’an-ı Kerim okutmak suretiyle, Tekbirler ve dualar eşliğinde açıldığını unutuyorlar. Onun Ankara Müftüsüne danışarak Cumhuriyetin adını koyduklarını unutuyorlar. Bursa’da Cuma Hutbesi okuyacak kadar dini bilgiye sahip olduğunu unutuyorlar. “Elmalı Tefsir”i olarak bilinen İlk Kur’an Tefsirini yazdırdığını unutuyorlar. Ehl-i Beytten olduğunu unutuyorlar.

“Efendim Arap Alfabesini bıraktı, Latin Alfabesine geçti. İslami eserleri okuyanlar okuyamaz oldular” diyorlar. O dönemde okuryazar oranı nüfusun % birini teşkil ediyordu. % 1’in ağıdını yapıyorlar.

Cumhuriyetimizin isminin Hz. Muhammed Mustafa tarafından konulduğunu bilmeyen bu gafiller, “İki Mustafa”nın arasındaki bağı da bilmiyorlar.  Hâlbuki “İki Mustafa” birbirlerini o kadar seviyorlar ki, bu ahmakların haberleri bile yok. İşte bu makalemizde “İki Mustafa’nın Aşkı”nı belgelemeye çalıştık. Bu aşk; “Bülbülün Güle olan aşkı” gibidir. Bülbül Mustafa Kemal, GÜL; Muhammed Mustafa(sav)dır. Bakalım Bülbül Güle ne demiş, GÜL Bülbüle ne demiş?

Prof. Haydar BAŞ’ın yazmış olduğu HOŞGELDİN ATATÜRK adlı kitabında Mustafa Kemal ATATÜR’ÜN Molla Zübeyde’den doğma Hz. Muhammed’in torunun olduğunu belgelerle görüyoruz. Bu çalışmadan dolayı kendisine teşekkür etmemek haksızlık olur.

Kaynak: Prf. Dr. Haydar BAŞ. Meltem Tv.

-Dilerseniz önce Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN Hz. Muhammed Mustafa’ya olan sevgisini, aşkını görelim.  

BÜLBÜL’DEN GÜLE:

Kubbet-ut Turkiyya

Mustafa Kemal ATATÜRK, Ankara Müftüsünü çağırır ve sorar:

Hocam, yeni Cumhuriyetimizin adı ne olsun?

Müftü:
                Paşam, Peygamber Efendimiz Hendek Savaşını bir Türk Çadırında yönetti. Peygamber Efendimiz bu çadıra “Kubbet-ut Turkiyya” diyordu(yine Ramazan ayında bir Türk Çadırında İtikâf’a girmişti).

Türkmen Yörük Çadırı-

Kubbetut Turkiyya

Mustafa Kemal ATATÜRK, bu gerçeği öğrenince çocuk gibi sevinmişti:

Dé sene, Peygamber Efendimiz, Cumhuriyetimizin adını ta o zamandan koymuş. Peki, “Türkiyye” olsun! “demişti. Ve devletimizin adı Hz. Muhammed Mustafa’dan, Mustafa Kemal’e miras olarak kalmıştır. Kimse bu “Türkiye” ismi ile uğraşmasın, çarpılır, haberiniz olsun. Turgut Özal bu devletin adını değiştirip “Anadolu Cumhuriyeti” yapmak istiyordu (Kaynak: Korkut Özal) derhal çarpıldı ve bugün zehirlenip, zehirlenmediği tartışılıyor.

Bendeniz de diyorum ki; Bir insanın artıları ve eksileri olur. Eğer artıları eksilerinden fazla ise, o kişi iyi bir insandır. Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN artıları fazladır diyorum. Bir tek artısı, bütün eksilerini silecek güçtedir. O artı da şudur: Göktürklerden sonra Türk devletlerine “aile”(Osmanlı, Selçuklu gibi) adları veriliyordu ve Türk adı unutulmuş, hatta Türkçenin yerine Farsça ve Arapça konuşuluyordu. Madem aile adları moda idi. Cumhuriyetin adını “Mustafa Kemal Cumhuriyeti” koyabilirdi. İşte Mustafa Kemal ATATÜRK unutulan, hatta aşağılanan ve horlanan bir milletin adını, yani Türk ismini, kurduğu Cumhuriyet ad olarak verip yaşattığı için, Türkçeyi yaşattığı için bütün eksilerini artıya çevirmiştir diyorum. İşte Türk düşmanlarının Atatürk’le olan gizli problemi bu cumhuriyetin adının “Türkiye” olmasıdır. Eğer bu cumhuriyetin adını değiştirip bir hanedanlığın adını koyabilirlerse, Mustafa Kemal’den ve Türk milletinden intikamını almış olacaklar

-Suudi Kralına Tehdit Mektubu:

“Ordularımla Üzerine Yürürüm!”

Prof. Nevzat YALÇINTAŞ hoca, Mustafa Kemal ATATÜRKün Suudi Arabistan Kralına gönderdiği mektubu açıklamıştı. Mektupta konu Hz. Muhammed’in mezarının tamir edilmesi idi. Atatürk, Suudi Kralı’nın Hz. Muhammed’in mezarını tamir ettirmek istediğini öğrenir. Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır’daki Eş’ari mezhebi(şimdiki adı ile Vehhabilik) mensupları, mezar ziyaretlerini yasaklamışlardı. Hz. Muhammed’in mezarına tünel kazarak yaklaşmışlardı ve mübarek cesedi yok ettikten sonra, “Muhammed diye biri gelmedi, uydurmadır” diyeceklerdi. Müslümanların beynini bulandırarak İslam Dinine büyük bir darbe vuracaklardı.
Bu olay üzerine Cenab-ı Allah, Maide Süresi 54.

(“Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda tüm gayretleriyle didinirler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir.” (Kaynak: Diyanet Kur’an Meali))

ayette tarif ettiği kavmi(Türkleri) Mısıra gönderdi. Ve Yavuz Sultan Selim Han, bu olayı rüyasında gördü ve Mısır’a sefer yaptı, Hz. Muhammed Mustafa’nın maneviyatı Türk Ordusunu Sina Çölünde karşıladı, onu gören Yavuz Selim Han derhal attan indi ve bir süre yaya yürüdü. Mübareğin mezarını kurtardı, sağlama aldı, Araplara kızarak;
Siz peygamberin mezarını dahi koruyamadınız, mukaddes emanetleri hiç koruyamazsınız!” dedi ve onları İstanbul’a getirdi. İşte bu tarihi olayı hatırlayan Mustafa Kemal ATATÜRK, derhal kral’a bir mektup gönderdi ve:

dedi ve Kral bu tamirattan vazgeçti. Bakın, “İki Mustafa”nın sevgisine bakın! Peygamber Efendimizin mübarek mezarının emniyetini Kurtuluş savaşından, yani vatanın kurtulmasından önde tutan bir Mustafa Kemal görüyoruz. İşte bu artısı, bütün eksilerini silecek güçtedir. Ancak günümüz idarecileri ile mukayese edecek olursak, bugün daha itibarlı bir devlet politikamızın olmadığını görüyoruz. Suudi Kralı Osmanlı’dan kalma “Ecyad Kalesi” ni yıkmak istedi. Uyarılarımıza rağmen hiç de dinlemedi ve o güzelim kaleyi yıktı, yerine otel yaptırdı. Buyurun cenaze namazına. Dış İtibarımız arttı dediğiniz bu mu?

Bir gün Atatürk arkadaşlarına sordu:

‎- Dünyanın en büyük insanı kimdir?
- Timur'dur Paşam!
- Değil.
- Fatih'tir. 
- Değil.
- Yavuz Sultan Selim.
- Değil.
- Alpaslan.
- Değil.
- Napolyon.
- İskender.
- Değil.
Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri dayanamadı:
- Sizsiniz Paşam., dedi.
Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:

- Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed'dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı söylenen Hz. Muhammed'dir…”

Atatürk, ölümünden on beş gün kadar önce dünyadaki Müslümanlara gönderdiği mesajında:

“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav) in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.” (Kaynak: Nedim Sabaî, Atatürk, (Urduca Yayınlarda) , A.Ü.Dil ve Tarih-Coğrafya F. Yayınları, A.Ü. Basımevi, s.102, (Trc.Prof.Dr. Harif Faruk) Bu telgrafı okuduktan sonra hala ona Dinisiz diyenlerin kendileri Dinsiz olurlar.

“Atatürk ve Kur’an” İsimli Araştırmada şöyle diyor:

“Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslüman’la mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Meydan Muharebesi'nde kazandığı zafer, fâni insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
(Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)

Mustafa Kemal ATATÜRK, Balıkesir Hutbesinde şöyle diyor:

“Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir…
            __Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz… (07 Şubat 1923 BALIKESİR - Zagnos Paşa Camii . Kaynak: [email protected].)

Galibi Tarikatı şeyhi Galip Hasan Kuşçuoğlu’nun yazmış olduğu “Hz. Kur’an’da Tesettür, Hicap ve Edep” isimli kitabının “Atatürk ve Din” bölümünden bazı alıntılar yapalım ve Atatürk’ün Hz. Muhammed’e bakışını görelim isterseniz:

“Tevatüren hakkında söylenen menkıbelerin canlı şahidiyim. Muhafız erlerinden bir tanesi şöyle anlatıyordu:

Sabaha kadar masa başından kalkmadılar. Alaca karanlıkta dışarı çıktı. Bataklık gibi olan Yenişehir tarafına doğru gidiyordu. Ben arkasından takip ettim, vazifem icabı. Geriye dönmeden, bana gelmememi söyledi. Ben görünmeden takibe devam ettim. Durdu bir yerde, yönünü dönmeden “yaklaş!” dedi. Biraz daha yaklaştım.

Gür bir sesle:

“Uhud Savaşında Hz. Resulullah düşmana yalnız gitti; neyine güveniyordu? Neye sığınıyordu? Hazreti Allah’a değil mi? Ben de Allah’a sığınıyorum, rahat bırak beni!...”

Muhafız öyle diyordu: “Vücudum sarsıldı, ister istemez geri çekildim.”(age.sf.145)

GÜL’DEN Bülbüle:

Bu Bölümde Hz. Muhammed Mustafa’nın Mustafa Kemale olan sevgisini görelim:

Galip Hasan Kuşçuoğlu’ndan dinliyoruz:  “O zaman ilkokulun ihtiyat sınıfında idim. Bir sabah okula geldiğim zaman çocukların bahçede toplanmış olduğunu gördüm. Din dersleri muallimi Hafız Halil Efendi’nin konuşacağını söylediler. Halk okulun bahçesinde toplanmıştı. Titrek, fakat heyecanlı bir sesle:

“Din kardeşlerim! Sizi Şeyh Sünusi Hazretlerinin bir tebşiri için buraya topladım,” dedi ve şu vakayı anlattı:

“Şeyh Sünusi Hazretleri bir gece Peygamberimizi rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamber kendisine sol elini uzatmış! Buna şaşıran ve mahzun olan Şeyh, Peygamber’e hitaben:

“Ya Resulallah! Niçin sağ elinizi vermediniz?!.” Diye sual edince, şu cevabı almış:

-“Sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e uzattım!”

Bu rüyayı anlatan Hafız Halil Efendinin elleri, çenesi ve dili titriyordu. Hitabeti kalabalığı etkilemişti. Birden gür ve imanlı bir sesle:

“Ey ahali! Mustafa Kemal muzaffer olacak! Peygamber Efendimizin sağ eli onun elindedir! Buna iman edin!”

Diye haykırdı ve kürsüden indi.”(age.sf.153)

“Gene İstiklal Harbi günlerinde. Ankara tren istasyonundaki evde Çavuş Ali Metin’e;

“-Acele olarak Fevzi Paşa’yı telefonla ara, bul ve hemen buraya gelmesini söyle!” diyor. Fevzi Paşa Atatürk’ün yanına gelince, Atatürk ona bir kâğıt kalem uzatıp:

“-Bugün gördüğün rüyayı yaz ve bana ver!” diyor.

Kendisi de bir kalem kâğıt alıp aynı şekilde o gün gördüğü rüyayı Fevzi Paşa’ya vermek üzere yazmaya başlıyor. Yazma işi bittikten sonra birbirine bakıp sevinçle gülümsüyorlar! Her ikisinin de yazdıklarını kendi kâğıtlarından okuyan Ali Metin, her kâğıtta da şu rüyanın yazılmış olduğunu görüyor:

Hz. Peygamber Efendimiz(sav) Hacı Bayram-ı Veli’ye diyor ki:

“-Mustafa’ya söyle, korkmasın; sonunda zafer onların olacak!”

Bilindiği gibi,  aynı gecede rüyalarında Hz. Peygamber Efendimiz(sav), Hacı Bayram-ı Veli’ye bu sözleri söylerken gören bu iki muzaffer kumandanın o günkü isimleri “Mustafa Kemal” ve “Mustafa Fevzi”dir!” (age.sf. 151-155 ve Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, sf. 160-161)

Bu kadarı ile bitmiyor “İki Mustafa”nın aşkı:

Söz Hacı Bayram-ı Veli’ye gelmişken biraz maziye gidelim isterseniz.

Daha 17 yaşında iken tahta geçen, 25 yaşına kadar at sırtında inmeyen Murat HAN... Onun zamanında Mana Âlemi’nin anahtarı, Ehl-i Beytt'en, Hoca Ahmet YESEVİ’ye, oradan Horasan'a yansıyıp, oradan da birer Manevi Füze olarak Anadolu'ya atılan Aksaraylı Hamid Hazretleri'nin Ankaralı Müridi Hacı Bayram-ı Veli'de idi. Hacı Bayram-ı Veli'de, birincisi; İstanbul'un kalelerinin, ikincisi ise kendisinden 500 sene sonra Başkent olacak olan Ankara’nın Manevi Anahtarları gizli idi. Ankara’nın ileride Başkent olacağını bildirmekle; Osmanlı’nın ömrünün tamamlanacağını ve Tükenmek üzere olan bir milletten yeni bir Türk Devletinin doğacağını ve bu devletin Fatihi’nin de Mustafa Kemal ATATÜRK olacağını ve İstanbul’u ikinci defa feth edeceğini söylemek istemişti adeta..

Peki, Hacı Bayram-ı Veli, II. Murat Han’a bu fetih sırrının manevi anahtarlarını verirken, bir müjde daha vermişti. “O nedir” dediler. İkinci müjde şudur; “yaklaşık 500 yıl önceden, Ankara’nın Başkent olacağına dair vermiş olduğu sırdır”. Bu sır da gerçekleşmiş oldu. Ancak bu sırrı vereni mübarek biliyoruz da, bu sırrı gerçekleştireni neden mübarek saymıyoruz dedim. “O kim” dediler. Biliyorsunuz, Ankara’yı Başkent yapmak ve Hadis-i Şerifle Fetholunacağı müjdelenen ve fetholunan İstanbul’un, İngilizlerce işgal edilmesinden sonra, onu yeniden Fethetmek Mustafa Kemal ATATÜRK’E nasip olmuştur. İstanbul’un Fethini gerçekleştiren Fatih büyük adam oluyor da; İstanbul’u yeniden Fetheden ve Ankara’yı Başkent yapan 2. Fatih Atatürk’ün büyüklüğü neden tartışılıyor diye soruyorum sizlere?.

Sonuç olarak, lütfen uyanık olalım. Düşmanın hilelerinden etkilenerek, atalarımıza, mazimize düşman olmayalım, onlara sövmeyelim. İki Mustafa’nın barışık olduklarını anlayalım. Biz de barışık olalım. 07.01.2013. Mehmet Demir ATMALI. Gaziantep. Not: Bu Makaleyi 35 bin kişi okumuştur. (Bkz. turkavgaziantep.org)

TÜRKLERİN PEYGAMBER SEVGİSİ?

Cenab-ı Allah ayetlerinde her kavme bir peygamber gönderildiğini bize bildirmektedir. Kavim peygamberleri kavimleri tarafından çok eziyet ve işkence gördükten sonra taraftar bulabilmişler. Hatemül Enbiya(son peygamber) olan Hz. Muhammed (sav) bir kavme değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderildi. Efendimiz hem Resul(kitap gönderilen) hem Nebi(vahiy gönderilen peygamber)dir. Ayrıca peygamberlik gelmeden önce de “Muhammed-ül Emin”dir. Yani inanılan, güvenilen kişidir.

Arap yarımadasında iken Peygamberlik gönderilen Hz. Muhammed, öncelikle Arapları İslam’a davet etti. Efendimize eziyetler eden Araplar, çok direnmelerine rağmen, sonraları ona teslim olmak zorunda kaldılar. Bedevi Araplar ona ve Ehl-i Beytine zulüm yapmakla kalmamışlar, O’nu ve torunlarını aşağılamak için Tilki’ye “ABU MUHAMMED”, bazen de “HUSEYNİ” diye hitap etmişlerdir. Binek AT’ına da “Hasen” demişler. Yani “Hz. Muhammed’in Babası”nı ve torunu Hz. Hüseyin’i Tilki’ye, Hz. Hasan’ı da AT’a benzetmişler. Ehl-i Beyt-i aşağılamaya çalışan Arapların bu aşağılık gayretine karşılık, Türklerin Ehl-i Beyt sevgisini görmeye değer. Araplar Siyasi kavgaları sonucu Ehl-i Beyt’e zulüm yapmışlar, adeta soykırımı yaparak, Peygamber Efendimizin soyunu kurutmuşlar. Türkler, Arapların tam aksine Osmanlı döneminde “Ehl-i Beyt”ten gelen Seyit Soyuna, yani Peygamber Efendimizin torunlarına “maaş bağlamış”lardır. Biri soyunu yok etmiş, diğeri kurtarmış, maaş bağlamıştır. Araplar arasında Efendimizi çok seven sahabeler olmuştur, ancak Türklerin ona olan sevgisi bir başkadır. Hem de onu görmedikleri halde delicesine bir aşk ile bağlanmışlardır. İlk Türk Şehitlerden Sümeyye, Efendimizin Türk Eşi Mariye ve Türk Sahabilerden Selman-ı Farisi, Süheyl Errumi de onu çok severlerdi.

İnsanın aklına şu soru gelmektedir: “Acaba Türklerin Efendimize, torunları Hasan ve Hüseyin’e(Ehl-i Beyt’e)   olan bu eşsiz sevgisi onun Müslüman olmasından mı ileri gelmektedir, yoksa hem Müslüman hem Türk olmasından mı kaynaklanmaktadır” diye sormak geliyor insanın içinden. Tarihte yaşanan bu sevginin örneklerini inceledikten sonra onun Türklerle “kanbağı” olmasının da bu sevgide rolünün büyük olduğunu görmüş olacağız inşallah:

Peygamber Efendimizin, Hz. İbrahim’in torunu olduğunda herkes hemfikirdir. Hz. İbrahim’in babası “Azer” Özbekistan’ın “Ğurf” kentinden Azerbaycan bölgesine akrabaları olan “Hazar-Azeri Türkleri”nin arasına gelir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’de adı “Azer” olarak geçer. İslam Ansiklopedisinde “Taruh”, diğer Ansiklopedilerde “Tarekh” olarak geçmektedir. Bu isim zamanla “Tarekh, Tarek, Tarık, Türük ve Türk” şeklini alır. Yani Kur’an-ı Kerim’e göre “Azer” de olsa, Ansiklopedilere göre “Tarekh” de olsa, her iki durumda da Hz. İbrahim’in babasının “Azeri Türkü” olduğu anlaşılmaktadır. Kimi Azer adının Lakap olduğunu savunmaktadır. Kimi heykelbaşı demektir diyor. Aslında Azerbaycan; “Ateş Ülkesi” demektir. Hazer bölgesinden geldiği için ona “Azer” denildiği de düşünülmektedir. Daha fazla teferruata inmeye gerek yoktur ve Hz. İbrahim “Hazar Türkleri”nin “Azeri” boyundandır.

Bazı cemaatçı geçinen kardeşlerimize soyunu sorduğumuz da, Türküm dememek için “İbrahim Milletindenim”  diye kaçamak cevap verirler. Aslında dürüst bir şekilde kendilerinin Türk olmadıklarını, Arap veya Pers olduklarını söyleyebilirler biz yine onları severiz.  Bunlar Hz. İbrahim’in Türk olduklarını öğrenirlerse, eminim ki bir daha “İbrahim Milletindenim” de demezler. Ayrıca Hz. İbrahim Türk olursa, birçok Peygamber de soy(uruk) itibarı ile Türk olurlar. Hz. Musa, Hz. Meryem ve Hz. İsa da Türk olurlar.

Azer, Azeri akrabalarının içinden Sümer Türklerinin başşehri olan Urfa’ya göç eder. Özbekistan’daki “Ğurf” şehrinin adını burada “Urf” yapar. UR şehrinin adı Türkçedeki “Uruk” (soy-boy)kelimesinden gelmektedir. Ur şehrinde doğan Hz. İbrahim, Sara’nın dışında bir Türk Prensesi olan “Kantura” hanımla evlenir. Farsça “Gentre” Türk demektir. Bu konuda Efendimizin bir de hadisleri vardır: “Kantura Oğullarına ilişmeyiniz…” Buyurmaktadır. Urfa’dan Filistin’e, oradan Yemen’e, oradan Mekke’ye göç eden Hz. İbrahim, Kâbe’yi tamir eder. GUR BOYLARI’ından(Kurt Boyları) olan GUREYŞ(Kurt) Kabilesi Kâbe’nin bakımını üstlenir. Efendimizin “Evs ve Hazreç” kabilelerinden olması da bir tesadüf olamaz. Çünkü “Hazriç”; “Kurt”,  “Evs”; “Aslan” demektir. Kurt ve Aslan’ın Türk kültüründeki önemi herkesçe bilinmektedir.

Hz. İbrahim Mekke bölgesinde iken, Türk hanımı Kantura’dan doğan oğullarını “Turan” ve “İran” a gönderir. Kantura’nın oğulları babasına dert yanarlar; “Ey babamız, sen oğulların İshak ve İsmail’i yanında bırakıyorsun, bizi de kurak yerlere gönderiyorsun. Biz o susuz yerlerde ne yaparız, nasıl yaşarız” diyorlar. Hz. İbrahim’de; “Ben size bir dua öğretirim, o duayı okudukça yağmur yağdırırsınız ve halk sizin bu kerametinizden dolayı size bağlanır” der ve Kantura Oğullarını gönderir. Türkistan’da “Hanif Dinini” yayarlar. Bu yağmur duası sonraları “Şamanların yağmur duası” olur. Hz. Nuh, oğlu Yasef’i de Turan’a gönderirken ona yağmur duasını öğretmişti.

Bir gün Mısır Kralı Mukavkis, Efendimize Mısır Çerkezlerinden 4 tane cariye gönderir. Çerkez Türkü olan Mariye  ile Efendimiz evlenir, Sirin Arap bir şair ile evlenir. Mebur ve diğerinin akıbeti bilinmemektedir. Türklerin İlk Peygamber sevgisi Mariye'de tezahür eder. Yani Efendimizi dünya gözü ile gören 4 tane Türk Sahabe vardır. Efendimiz atası İbrahim gibi geleneği bozmadı ve bir “Türk hanımla” evlendi, ondan İbrahim adında bir oğlu oldu. Bu delilleri daha çoğaltabiliriz. Ama biz asıl Peygamber sevgisine dönelim:

1-Hz. Hüseyin Kerbela’da Yezid Orduları tarafından çembere alınarak yaralanınca, bunu duyan Azerbaycanlı bir gurup atlı, Kerbela’ya gelerek Yezid’in ordularını yararak Hz. Hüseyin’e ulaşırlar ve kendisini kurtarıp Azerbaycan’a götürmeyi teklif ederler. Hz. Hüseyin de; “ben fazla yaşayamam, ama oğlum Zeynel Abidin çok küçüktür onu alın götürün” der ve Azeri Atlılar “Zeynel Abidin”i alır Azerbaycan’a götürür tedavi ederler. Orada iyileşen Zeynel Abidin, Turan’a ve İran’a “Ehl-i Beyt” sevgisini aşılar. Aslında Kerbela’dan geçerek Türkistan’a gitmek için yola çıkan Hz. Hüseyin’i Türkistan’a ulaştırmamışlar ama oğlu Zeynel Abidin, babasının ulaşamadığı Türkistan’a ulaşmış ve orada en büyük nenesi Kantura’nın torunları ile kucaklaşmayı başarmıştır.

Peki, akla şu soru gelmiyor değil: Bu Azeri atlılar o dönemde Müslüman değillerdi. Hz. Hüseyin ile ne tür bir gönül bağları olabilirdi ki, onun yardımına koştular ve oğlunu alıp götürüp himaye ettiler? O atlıların aksaçlıları onlara söylemiş olmalıdırlar ki; “Hz. Hüseyin, Dedemiz Azer’in ve oğlu İbrahim’in ve onun da torunu Hz. Muhammed’in soyundandır ve bize akrabadır. Bunlar Turan’a gelerek bizi Şaman(Hanif) yapan Kantura’nın oğullarından Medan’ın, Medya(Medler)nın soyundandırlar. Gidin amcaoğullarımızı kurtarın gelin” dediklerini duyar gibiyim. İşte ilk Peygamber sevgisi bu olayla tezahür etmektedir.

2-Bu defa Peygamber sevgisi Türkistan’da Hoca Ahmet YESEVİ’de tezahür etmektedir. 63 yaşına gelince kendine dergâhın altında bir mezar kazdıran Hoca Ahmet YESEVİ Hazretleri; “İki Cihanın Efendisi 63 yaşında vefat ederek, toprağın altına girmişti. Ben de 63 yaşından sonra yeryüzünde yaşamayı kendime zül sayarım. Öyle ise kalan ömrümü bu mezarda geçirmek istiyorum” demişti ve mezar kabul ettiği karanlık bir odada kalan ömrünü geçirmiş, bir daha gün yüzüne çıkmamıştı. Orada vefat etmişti. Evet, bir peygamber aşkına, sağ iken kendini ölmüş kabul ederek bir mezarda yaşamak düşüncesi hangi İslam toplumunda vardır? Bu sevgi ve aşk ancak Türklerde vardır.

3-Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murat Han Hazretleri Edirne’de Kur’an-ı Kerim-i açmış “Muhammed” süresini bitirip “Fetih” süresine geçmişti ki kapısı çalınmış ve bir oğlu olduğuna dair müjde verilmişti. Oğlunun kulağına ezan okudu ve adını “Muhammed” koydu. Sonra ona İstanbul’un Fethini haber veren Hadis-i Şerifi okudu: ( “Letüftehanne'l Kostantıniyyete, ve le ni'mel emrü zâlike'l emr, ve le ni'mel ceyşü zâlike'l ceyş”)  Hz. Muhammed’in bu övgüsüne mazhar olabilmek için, Muhammed Han İstanbul’u feth ederek “Fetih” süresinin adını da aldı ve “Fatih Sultan Muhammed Han” adını hak kazandı.

Fatih Sultan Muhammed’in Peygamber aşkı bitmek bilmiyordu.  Ta başından Stratejik bir tedbir olarak 4 ay gibi bir sürede Rumeli Hisarı'nı inşa ettirmesi, bu günün imkânları ile dahi olağan üstü bir başarıdır. O hisar ki; kuş bakışı Kufi hatlarla “Muhammed” ismini resmetmekte ve Bizans'ın sinesinde silinmez bir mühür teşkil etmekteydi. Fatih, ebediyyen duracak olan bu eserin mimarisini sadece o zatın(Hz. Muhammed) doğduğu ayda başlatmıştı. Efendimizin dünyayı şereflendirmesi, Rebiulevvel Ayının 12. Pazartesi gününe rastlar. 1452 senesinde bu gün 3 Nisan Pazartesi gününe rastlamıştı.

Hisar'ın bitirilme tarihi de son derece dikkat çekicidir. Yüce Hakan, Hisar inşaatında çalışan 5000 usta ve yaklaşık 10000 işçiyle birlikte, Paşaları da dâhil olmak üzere gerektiğinde taş taşımış ve Hisar'ın Peygamberimize(sav) ait “Regaip Kandili” gününde bitirilmesi sağlanmıştır. Bu tarih, 1452 yılının 12 Ağustos Cuma günüdür. Allah ve Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan ve Bizans'ın bağrına O Zatın(sav) mübarek ismini bir mühür olarak perçinleyen Fatih'in, çağ açıp çağ kapayan zaferlerinde işte bu sır yatar...  Ve Fatih, Peygamberler Peygamberi'nin methine bu sırla nail olmuştur. Fetih maddi, manevi, mimari, matematik ve geometrik olarak bir Mu'cizeler Manzumesidir..

Hisar'ın inşaatında belki Fatih'in daha önceleri düşünmediği bir güzellik daha vardır. Çünkü Hisar'ın başlama ve bitiş tarihleri arasında tam 132 gün geçmiştir ve bu sayı; “Muhammed” isminin Ebced hesabıyla bulunan değerine eşittir. Böylece Fatih Sultan Muhammed Han, Peygambere olan aşkını Surun mimarisine “Muhammed” ismini nakşederek ilan etmişti.

4-İstanbul Fethedildiği gün surlardan Ulubatlı Hasan’ın üzerine dökülen kızgın yağlardan dolayı yüzündeki etleri lime lime dökülmüş, surlara çıkacak mecali kalmamıştı. Şehit olmak üzere idi. Artık son saniyelerini yaşıyordu. Birden surların tepesinde Fahri Kâinat Efendimizi gördü ve bütün acılarını unuttu, Efendimiz ona tebessüm ediyordu. O Ulubatlı’ya “Gel” diyordu. Ulubatlı son bir hamle ile efendimize kavuşmak maksadı ile surların tepesine çıktı, sancağı dikti ve şehit oldu. Ama Ulubatlı hala Efendimize tebessüm ediyordu.  Fatih Sultan Muhammed Han, çocukluk arkadaşı Ulubatlı’nın bu feci halini görünce boynuna sarılarak ağladı ve: “Mana kardeşim benim, İstanbul sana değer miydi?” dedi.

5- Yavuz Sultan Selim Han zamanında Arabistan’dan kötü haberler geliyor. Bu günün Vahhabileri, o günün Eş’ari’leri olan Araplar, mezar ziyaretlerini yasaklamışlardı. Sıra Hz. Muhammed’in(sav) mezarına gelmişti. Ona açıktan yasak koyamıyorlardı. Bir tünel ile mübarek mezarına girerek, mübarek cesedini yok ettikten sonra, “Muhammed diye birinin gelmediğini” ortaya atacaklardı. Ama Cenab-ı Allah Ayet-i Kerimesinde; “Onu biz indirdik biz koruyacağız” buyururken, Maide Süresi 54. ayetinde tarif ettiği kavmin ordularını göndererek onu koruyacaktı: “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, şunu (iyi)bilsin: Allah onun yerine öyle bir kavim getirecek ki, Allah onları sever; onlar da Allah’ı severler, Mü’minlere karşı yumuşak gönüllü, Kâfirlere karşı onurlu ve başları yukardadır; Allah Yolunda mücadele ederler(ölüme atılırlar), dil uzatanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın ihsanıdır. Onu dilediği kimseye verir. Allah’ın İhsanı geniştir, her şeyi bilendir.” İşte bu ayetin işaret ettiği ordular yola çıkacaktır.

Yavuz Sultan Selim Han Anadolu’da iken, rüyasında Peygamber Efendimizi kan ter içinde görür. Bu rüya üç gün tekrar edince, rüya tabircilerine danışır. Onlar da “Olsa olsa Peygamber Efendimizin mübarek mezarı şerifleri tehlikede olabilir” derler. Bunun üzerine hemen Mısır’a sefer için harekete geçen Yavuz Sultan Selim, İran’ı aldıktan sonra Mısır çöllerine vurur atlarını. Çöle alışmayan atların bu çölü nasıl geçtiklerini çözemeyen harp uzmanları çölde bir güzellik daha yaşandığını bilemediler. Bu güzellik şudur:

Allah’ın ayeti ile övdüğü ordusu, sevgilisinin mezarını kurtarmaya gelir de onu karşılatmaz mı? Çölde bitkin ve yorgun bir şekilde giden Yavuz Selim ve Ordusunun bu çölü aşamayacağını anlayan Resulullah’ın Ruhu, sevinç içerisinde onları karşılamaya gelmiştir. Asker bakar ki, Yavuz Sultan Selim birden attan indi ve yaya yürümeye başladı. Onlar da atlardan inerler. Saatlerce yürüyüş devam edince, askerden şikâyetler artarak Vezir’e kadar ulaşır. Vezir; “Sultanım askerler çok yorgun, siz at binseniz de askerler de ata binse…” diye çekinerek söyler. Yavuz Sultan Selim Han kızarak; “Lala lala! İki Cihanın Serveri önümde yaya yürürken ben nasıl ata binerim?” der. Ancak Efendimizi asker görememektedirler.  Vezir bir hata yaptığının farkına varır ve susar.

İşte Allah’ın ordusunu çölde karşılamaya gelen Peygamber Efendimizin verdiği manevi güç sayesinde Yavuz’un ordusu bu çölü aşabilmiştir.  Mekke’de tüneli kazanları tutuklayıp kılıçtan geçiren Yavuz, Efendimizin mübarek mezarını açtırarak, kurşun, bakır, tunç karşımı bir alaşımı döktürerek onu bir sanduka içerisine alır. Bu sandukanın duvarlarının kalınlığı bir metredir. Şimdi dahi son teknolojinin imkânları ile de mezardan bir parça koparamayacak şekilde sağlam yapılmıştır. Bu mezar olayından dolayı Araplara kızan Yavuz Selim; “Siz bir mezara sahip çıkamadınız. Mukaddes emanetlere de sahip çıkamazsınız” demiş ve bu emanetleri de İstanbul’a getirmiştir. İşte eşine rastlanmayan bir Peygamber sevgisi örneği daha…

6- 25 yıl Ruslara kan kusturan Dr. Şeyh Şamil, Ruslara esir düşer. Kendisine bir ev verirler ve ailesi ile orada tutuklu hayatı yaşar. Bir gün Hacca gitmek için Ruslar’a müracaat eder. Ruslar; “sen gider yine başımıza iş açarsın” derler ve oğlunu rehin bıraktığı takdirde Hacca gidebileceğini söylerler. Bu şartı kabul eden Şeyh Şamil, oğlunu Ruslara rehin bırakır ve Abdülhamit Han’a müracaat eder. Abdülhamit Han Hazretleri, derhal bir gemi gönderir ve Şeyh Şamil’i İstanbul’a getirtir. On binlerce insan onu görmeye gelir. Yine Osmanlının gemisi ile Mısır’a gönderir. Bütün Hacılar Medine’de Şeyh Şamil’i görmeye gelirler. Şeyh Şamil Mescid-i Nebeviye 100 metre kadar yaklaşınca, yüzükoyun yere yatar ve alçak sürünme ile mezara ulaşır. Bütün Hacılar ağlayarak izlemektedirler. Mezara varınca; Esselamü Aleykum Ya Rasulallah” der ve mezardan bir ses gelir. Bu ses Fahri Kâinat Efendimizin sesi idi “Ve Aleykum Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuh” diyerek cevap verir. Bu sesi duyan Şeyh Şamil ve Hacılar secdeye kapanarak ağlarlar. Bu güzelliği yaşayan Peygamber aşığı Türk Büyüğü Şeyh Şamil, orada kalır ve Mescid’in temizliğini üstlenir, son ömrünü orada tamamlar ve mezarı da Cennet-ül Baki mezarlığındadır. Bir daha Rusya’ya dönmez ve Ruslar oğlunu öldürürler. İşte size Peygamber Sevgisi uğruna oğlunu feda eden bir Türk Baba…

7- En son olarak Mustafa Kemal ATATÜRK, adı ile şereflendiği Peygamber Efendimizin mübarek mezarlarının yer değiştirileceğini öğrenince çok sinirlenmiş ve Suudi Arabistan Kralına bir mektup göndermiş ve “Peygamber Efendimizin o mübarek mezarını yerinden oynatırsan ordularımla üzerine yürürüm!” demiştir. Ve Kral bir daha mezara karışamamıştır. Yıkılan Osmanlı’nın yerine kurulan Türk Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal ATATÜRK, çok zor günler geçirdiği dönemde dahi ta Medine’deki Efendimizin mezarını sahiplenerek kesin tavrını koymuş ve o sözde Müslüman geçinen Arap Kralını tehdit etmiştir. Kemal Mustafa, Muhammed Mustafa’ya olan sevgisini böyle ortaya koymuştur. Müslüman Araplar, Peygamberimizin mezarının yer değiştirilmesine ses çıkarmamaktadırlar, halen Türk Devletinin Cumhurbaşkanı bekçilik görevini(Bkz. maide 54) yaparak, buna engel olmaktadır. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bu Peygamber sevgisinde de bir akrabalık bağı aramak gerekir diye düşünüyorum. Burada şunu da belirtmekte yarar görüyorum; İki Mustafa’yı birbirine düşman gibi göstermenin altında art niyet aramak gerekir. İki Mustafa’da Türk’tür ve Türkün gurur kaynağıdırlar. Onlarla gurur duyuyoruz. Dünya da ikisine hayran, biz de onlara hayranız.

Evet, sevgili okuyucularım, tarif edilemez bir sevi bağı ile Peygamber Efendimizi ve Ehl-i Beyt’i seven başka bir millet görebildiniz mi bilemem? Hz. Muhammed’in ve Hasan ile Hüseyin’in Türklerle bir kan bağlarının olup olmadığının takdirini sizlere bırakıyorum. 

Kaynak:

1-Diyanet Vakfı Kur’an-ı Kerim Meali

2-Peygamberler Tarihi. M. Asım KÖKSAL

3-Hz. Hüseyin de Türk’tür. Bektaş AYYILDIZ.

4-İslam Ansiklopedisi.

5-Ana Britanica.

6-Tarih Boyunca Türk Kavimleri. Edip YAVUZ

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?