Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’nda konuşan CHP lideri Özel, Ekrem İmamoğlu'na yapılan operasyona dikkat çekerek "Erdoğan en büyük rakibine karşı darbe yapmıştır" dedi. Otoriterliği halkın desteğiyle yeneceklerini vurgulayan Özel, "Biz otoriterliğe karşı hayatta kalmayı değil, otoriterliği halkın desteğiyle yenmeyi ve iktidara gelmeyi hedefliyoruz" ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul’da düzenlenen Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’na katıldı.
Özel, toplantının açılışında yaptığı konuşmada, "Saygıdeğer yoldaşlar hepiniz hoş geldiniz. Dayanışmanız için teşekkür ediyorum. Bu güçlü dayanışma duygunuzun Ekrem İmamoğlu’na ve arkadaşlarımıza en sıcak bir şekilde geçtiğini buradan hissediyorum. Biraz önce okunan metinde de sizlere hitaben bu salonun dayanışmasının kendisine ne kadar güç verdiğini ifade etmişti. Değerli konuklar, değerli yoldaşlar, sizleri üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan, ortasından bir nehir değil deniz geçen şehirden selamlıyoruz. Hepiniz hoş geldiniz" dedi.
Temsili demokrasinin eksik bir demokrasi olduğunu söyleyen Özel, şöyle devam etti: "Ancak eksik demokrasinin alternatifi, asla otokrasi değildir. Eksik demokrasinin alternatifi, katılımcı demokrasidir. Kriz içindeki siyasetin alternatifi, siyasetsizlik ya da biat değildir. Alternatif; daha fazla siyaset, daha fazla katılım, daha fazla mücadele, daha fazla dayanışmadır"
Ekrem İmamoğlu'nun 19 Mart sabahı evine yapılan baskınla gözaltına alındığını ve ardından tutuklandığını anımsatan Özel, "Seçimle göreve gelen, ancak seçimle gitmek istemeyen Sayın Erdoğan en büyük rakibine karşı darbe yapmıştır" dedi.
Özel, otoriterliği halkın desteğiyle yenmeyi ve iktidara gelmeyi hedeflediklerini vurguladı.
Özel'in açıklamaları şöyle:
"Dünyanın en kadim şehirlerinden İstanbul’da sizleri ağırlamaktan derin bir memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek isterim. Biz 81 ülkeden 89 partinin üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal’i dünyanın en büyük ailesi olarak görüyoruz. Biz aynı dünya görüşüne sahip ve birbirine sıkı sıkıya bağlı yoldaşlarız. Bugün bu büyük ailenin ortak değerleri etrafında dayanışma içinde olmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Tarih, çok önemli bir kırılma sürecinden geçmektedir. Dünyada neoliberal ekonomik anlayışı savunan iktidarlar, milletler ve sınıflar arasındaki ekonomik eşitsizlikleri devasa boyutlara taşıdı. Dünyanın bir kısmı doymak bilmez bir tüketim toplumuna dönüşürken, diğer kısmını yoksulluğa, hatta açlığa mahkum ettiler. İklim krizinin, göç sorununun ve bunlara bağlı birçok sorunun derinleşmesine ağır katkılarda bulundular. Zaten yaralı olan dünyanın ruhunu daha da kanattılar. Bugün bu yaralı ruhun iyileşmesi için derin bir şefkate ihtiyaç var. Bu şefkatin kaynağı ise her daim yoksulların, mağdurların yanında durmuş olan sosyal demokrasi ve sosyalizmden başkası değildir. Bu sebeple dünya, bugün her zamankinden daha fazla biz sosyal demokratlara ve sosyalistlere gereksinim duymaktadır. Dünyada dengeleri yeniden kurmak, bölgesel savaşlara son vermek için sağ popülist akımların akıl dışı söylemlerine değil, sosyal demokrasinin toparlayıcı eline ihtiyaç var. Bu toparlanmayı sağlayacak olan bu salonda temsil edilen iradenin ta kendisidir. İhtiyacımız olan gerçek dışı söylemlerle kabartılan yoğun duygular değil, gerçek bir dayanışma ve en az otoriterliğin, neoliberal düzenin mağdur ettiği yurttaşlarımız kadar cesur olmaktır. Bilinmelidir ki bu salonun dayanışma ve cesaretten bir adım geri adım atması, ülkelerimizde adaletsizliğe uğrayan milyarlarca insanın mağduriyetinin katlanmasına neden olacaktır.”
"UKRAYNA’DA ATEŞKES VE KALICI ÇÖZÜM ÇABALARI DEĞERLİ"
Saygıdeğer yoldaşlar, içinde bulunduğumuz coğrafya ne yazık ki çoklu kriz ve çatışmaların neredeyse her türlüsünün yaşandığı bir bölgedir. Bu şehrin kuzeyinde Ukrayna’da yaklaşık üç yıldır süren savaş, çatışma ve işgal var. Güney sınırımızın hemen ilerisinde Gazze’de ise devam eden bir katliam, bir soykırım var; sınırdaş olduğumuz Suriye’de yaşanan belirsizlik ve çatışmalar, daha güneyde Yemen’de, doğumuzda Libya’da artan istikrarsızlık… Bölgemiz gelir dağılımının en bozuk olduğu, ayrıca iklim ya da çatışma kaynaklı göçün en yoğun yaşandığı coğrafi alanlardan biridir. Bunun yanında bu geniş bölge terör, vekâlet savaşları, hibrit savaşlar gibi çağımızın en yeni ve ağır sorunlarıyla baş etmeye çalışmaktadır. Otoriterliği besleyen kaynaklardan biri, güvenlik kaygılarıdır. Dünyada artan kriz ve çatışmalar, otoriter yönetimler tarafından kendi iktidarlarını güçlendiren bir araca dönüştürülmektedir. Bu noktada sosyal demokrat ve sosyalist partilerin güvenlik, demokrasi ve gelir dağılımı arasındaki dengeyi koruyabilmeleri, söylemlerini bu yeni koşullara uygun olarak geliştirmeleri daha da önem kazanmıştır. Şu an devam eden çatışmalardan; Ukrayna’daki kanlı çatışmalardan önce ateşkes, sonra da iki tarafın iradesiyle kabul edecekleri kalıcı bir çözümle sonuçlanmasını umut ediyoruz. Bu yönde gösterilen tüm çabaları son derece değerli buluyorum.
"FİLİSTİN’E DÖNÜK KÖTÜCÜL PLANA SONUNA KADAR KARŞI DURACAĞIZ"
Yine Gazze’deki katliamların sonlandırılması çağrısında bulunuyorum. Gazze’de öldürülen Filistinlilerin sayısı 50 bini aşmıştır. Yalnızca son hafta içinde 370 Filistinli öldürülmüştür. Çocuk, kadın, 370 Filistinli… Dünyanın herhangi bir gelişmiş ülkesinde 370 civciv aynı anda bilinmedik bir sebepten ölse o ülkede ülkeyi yönetenler alarma geçerler ve herkes kaygılanır. Hemen yanı başımızda bir hafta içinde 370 kadın ve bebek öldü. Bunu bütün yoldaşların en yüksek sesle ve bütün coğrafyalarda, tüm toplantılarda dile getirmesi gerekiyor. Bugün Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump, Filistin halkını Gazze’den sürgün etme, o bölgeyi bir eğlence ve kumarhane merkezine çevirme projesini gülerek, alay ederek dile getiriyor. Maalesef dünya da dinliyor. Sizin huzurunuzda bir kez daha şuna dikkat çekmek isterim ki Trump şaka yapmıyor ama Gazze açıklarında tüm Avrupa’ya yüzyıl yetecek hidrokarbon yataklarının varlığından da habersiz değil. Sizin huzurunuzda bir kez daha bu kötücül plana sonuna kadar karşı duracağımızı ve Filistin davasına tarihsel tutarlılığımız içinde, aynı ve artan bir cesaretle sahip çıkacağımızı ifade etmek isterim. Çözümün 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasıyla mümkün olacağını savunuyoruz. Bu Birleşmiş Milletler kararını sahiplenmeye devam etmeliyiz. Sevgili Başkanımız Pedro Sanchez, Filistin halkının haklı mücadelesine samimi ve örnek olan bir destek vermektedir. Bunun için kendisini buradan bir kez daha kutluyorum. Sosyalist Enternasyonel’i bu katliama karşı çok daha etkin tavır almaya davet ediyorum. Orta Doğu Komitesi’nin bu konuda bölgeyi ziyaret ederek bir rapor hazırlamasının ve gündeme acilen alınmasının önemli olduğunu değerlendiriyorum.
"ÖRGÜTLÜ OTORİTERLİĞİN PANZEHİRİ; BİZİM DAYANIŞMAMIZ"
Değerli yoldaşlar öyle bir döneme girdik ki Amerikan Başkanı hiç çekinmeden, bazı liderler için ‘O benim gözde diktatörüm’ diyebiliyor. Veya onları ağırladığı sırada canlı yayınlarda ‘Diktatör olmanız benim için problem değil’ ifadesini kullanabiliyor. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, en güçlü rakibini seçime sokmamak için hapse atabiliyor ve bunu yapmadan önce diktatörlük kavramını dert etmeyen Trump’tan onay alıyor. Onu haberdar edebiliyor. Trump yönetimi de Türkiye’deki bu hukuksuzluklara alaycı alaycı gülüyor. Trump’ın ekibinden en önemli isimlerden biri, Gazze açıklarındaki petrollerle en çok ilgilenen kişi, Türkiye’de petrol aramalarına birkaç ay içinde başlaması beklenen kişi, daha dün Türkiye’de yaşanan olaylar sorulduğunda ‘Üçüncü dünya ülkelerinde böyle şeyler olur. Muhalifleri içeri tıkarsın, ondan kurtulursun. Sorun hallolur. Türkiye’de aktif protestolar var ama hükümet halen istikrarlı görünüyor’ diyebilmiştir. Almanya’da radikal sağcı, ırkçı bir parti seçimlerden daha evvel görülmemiş bir başarıyla çıktı maalesef. Geçtiğimiz hafta Portekiz’de aşırı sağcı parti hükümet kuramasa da tarihi denilebilecek düzeyde yüksek bir oy aldı. Yani dünyadaki sağ popülist ve otoriter dalga adım adım daha çok tehlikeli hale geliyor. 21’inci yüzyılın ikinci çeyreğine yapay zekanın etkisi altında birbiriyle konuşan, birbirinden öğrenen makinelerle, robotlarla gireceğimiz ve bu riskleri tartıştığımız bir sürede birbiriyle konuşan, dayanışan ve öğrenen otoriter popülist liderlerle girdik. Bence önümüzdeki çeyreğin en büyük sorunu, en büyük mücadele alanımız bu bütünün ta kendisi olmalıdır. Şunu hiç unutmamalıyız, örgütlü kötülükle ancak örgütlü iyilik baş edebilir. Örgütlü otoriterliğin panzehri bizim dayanışmamızdır. Dünyanın dört bir yanında iyi örgütlenmiş demokratik güçler, dayanışma içinde hareket etmelidirler. Bu seneki Sosyalist Enternasyonel toplantımızın ‘dayanışma’ temasını esas almasının nedeni de yapmış olduğumuz bu ortak tespittir. Dayanışma, bu saatten sonra demokratlar için bir tercih değil, kaçamayacağımız bir sorumluluğumuzdur. Tam da bu nedenle toplantının sloganı, ‘Hak ettiğimiz bir dünya için; ya hep beraber, ya hiçbirimiz’ olarak belirlenmiştir. Bizim bu dönemde Alman Şair Bertolt Brecht’ten ilhamla Türkiye’de kullandığımız slogan şudur: ‘Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz.'
"ANLATMAYA DA DEVAM EDECEĞİM"
Değerli yoldaşlar günümüzde otoriterler, halktan daha önce aldıkları onayı suistimal ederek demokrasinin temel ilkelerini çiğniyorlar. Demokrasinin sağladığı imkanları aşındırıyorlar. Geleneksel medya organlarını ele geçiriyor, tekelleştiriyorlar. Sosyal medyaya baskı ve sansür araçlarını kullanıyorlar. Hukuk sistemini kontrol ediyorlar. Kaygıyı körüklemek için içeride ve dışarıda düşmanlar yaratıyorlar. Halkın kaygı duvarını açtığı noktada, korku duvarını inşa etmeyi bir fırsat biliyorlar. Rızayı yönetmek için kaygılanıyorlar, itirazı bastırmak içinse korkutmaya çalışarak zorbalığa başvuruyorlar. Adeta baskısı yapılmamış ama hepsinin elinde, başucunda Otoritelerin El Kitabı bulunuyor. Biraz önce söylediğim gibi birbirlerinden öğreniyor, birbirlerine öğretiyor, birbirlerine destek veriyorlar. Böyle bir süreçte bir ülkede yaşanan baskıları, yapılan yanlışları, dünyaya anlatmaya çalıştığında o ülkenin demokratları ‘Ülkeni dışarıda şikayet edemezsin’ deyip bir psikolojik baskı ve bariyer oluşturmaya çalışıyorlar. Türkiye’de durum farklı değil. Bu iktidara 15 Temmuz’da darbe yapıldığında ertesi sabah Erdoğan kapımızı çaldı, ‘Dünyayla ilişkileriniz çok iyi. Bunun bir demokrasiye darbe olduğunu dünyaya anlatmamıza yardım edin’ dedi. O yardımı esirgemedik. Partisi kapatılırken kurduğu heyetlerle her birinizin kapısını çaldı ve partisine kapatma davası açılmasının ne kadar anti-demokratik olduğunu anlattı. Destek gördü. Biz de parti kapatmalara her zaman karşı olduk. Erdoğan’ın partisinin ilk yola çıktığı zamanlar, yaşadıkları zorluklar karşısında gidip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvurularda sonuç aldılar. AİHM kararlarının uygulanmasını hep birlikte savunduk. Bugün Türkiye’de AİHM kararlarını uygulamayan, seçilmiş milletvekillerini Anayasa Mahkemesi kararına rağmen içeride tutan, kendisine darbe yapıldığında ona sahip çıkan, kapalı Meclis’i açtırıp tankların önünde direnen Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçilmiş belediye başkanına darbe, gelecek cumhurbaşkanı adayımıza darbe, ülkenin gelecek iktidarına darbe yapıp sonra ‘Bunu hiçbir yerde anlatamazsın’ diyecek kadar pişkinler. Japonya’nın trende basılan yüksek tirajlı gazetesine de İngiliz İşçi Partisi’nin yaptıklarına karşılık The Guardian’a da dünyadaki 40’ın üzerinde basın - yayın organına olanlara hiç çekinmeden büyük bir cesaretle anlattım, anlatmaya da devam edeceğim. Bunlara karşı, bunların yarattığı vasata teslim olmak, bunların yarattığı iklimin içinde kalmak, bunların ördüğü duvarın arkasında kalmak onları güçlendiriyor. Duvarlar yıkılmalı, iklim terk edilmeli, diktatörlerin dayattığı vasata teslim olunmamalı. Reçetenin ilk ilacı budur.
"ERDOĞAN EN BÜYÜK RAKİBİNE DARBE YAPTI"
Seçimle göreve gelen, ancak seçimle gitmek istemeyen Sayın Erdoğan en büyük rakibine karşı darbe yapmıştır. İşte Türkiye 19 Mart’ta sabahleyin bir sivil darbeye uyanmıştır. Sayın İmamoğlu, cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladıktan sonra siyasi talimatla yargı eliyle hedef alınmıştır. Bulunduğumuz şehrin, İstanbul’un üç kez seçilmiş Belediye Başkanı ve partimizin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu 19 Mart’ta yüzlerce polis tarafından evi basılarak gözaltına almıştır. Bunun yanında İstanbul’daki beş belediye başkanımız daha tutukludur. İki belediyemize kayyum atanmıştır. Bizimle birlikte bu salonda bulunan DEM Parti’nin Sayın Eş Genel Başkanı da var. Birazdan kendisini de dinleyeceğiz. Onların geçen dönem çok yüksek oylarla seçtirdikleri 49 belediye başkanına terör gerekçesiyle kayyum atanmıştı. Bu dönemde halen daha 10’un üzerinde belediye başkanlarına kayyum atandı. O süreçte de hep dayanışma içinde olduk. Bu süreçte de olacağız. Türkiye’de de şu anda ‘Terörsüz Türkiye’ sloganı altında ancak bizim ‘Terörsüz ve demokratik Türkiye’ diye destek vereceğimizi açıkladığımız bir süreç var. Bu sürecin Türkiye’de terörü bitirmesi, çatışmaların olmaması, bundan sonra Kürt - Türk hiçbir annenin gözünün yaşının akmaması umudu var. Yaşadığımız bütün zorluklara, gördüğümüz bütün baskılara rağmen bu sürece sosyal demokratlara yakışır, en olumlu katkıyı veriyoruz, vermeye de devam edeceğiz. Bunu da kayda geçirmek isterim."
"ERDOĞAN, HER ŞEYİ HESAP ETSE DE HALKIMIZI HESABA KATMADI"
Seçimle göreve gelen ancak seçimle gitmek istemeyen Erdoğan, bu şehirde yaptığı darbe girişiminden sonra bir kişinin cumhurbaşkanı adayı olması için Türkiye’de gerekli şart olan üniversite diplomasını verildikten 31 yıl sonra, İstanbul Üniversitesi’nden verildikten 31 yıl sonra diplomayı veren fakültenin itirazına rağmen, akademik değil idari görevleri olan, üniversitenin içindeki ring hatlarını, duvarların boyanması görevini üstlenmiş olan bir yönetim kurulu tarafından diplomasını iptal ettirdi Sevgili Ekrem İmamoğlu’nun. Şu anda hiçbir ceza almasa bile İdare Mahkemesi bu işlemi iptal etmezse Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olamıyor. Yani ne kadar çok korktuğunu ve 31 yıldır aldığı diplomayla görev yapan Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettiği sırada 28 sınıf arkadaşının daha diplomasının iptal edildiğini; bu kişilerden birinin de Sorbonne’dan doktoralı, Türkiye’nin Galatasaray Üniversitesi gibi en önemli vakıf üniversitesinde işletme bölümünün Dekanı olduğunu; sırf Ekrem İmamoğlu’yla sınıf arkadaşı oldukları ve Ekrem İmamoğlu’ndan korktukları için o dekanın diplomasını iptal edip Türkiye’nin en güçlü işletme fakültesinin dekanının şu anda lise mezunu olduğunu da kayıtlara geçirmek isterim. Erdoğan, her şeyi hesap etse de halkımızı hesaba katamadı. Çünkü Türkiye’de tüm demokratlar bu darbeye karşı ayağa kalktık. 81 ilimizde bu hukuksuzluğa karşı kitlesel gösteriler düzenlenmeye başladı. Ancak iktidar, bu gösterileri şiddetle bastırmak istedi. Binlerce insanımızı gözaltına aldı, yüzlercesini tutukladı. Sadece ilk günlerde 302 üniversite öğrencisi tutuklandı ve 10 günlük bayram tatilini ailelerinden uzakta, Silivri zindanlarında geçirdiler. Demokrasiye inanan milyonlar mücadeleden vazgeçmedi. O günden bugüne kadar her Çarşamba İstanbul’un bir ilçesinde bir gece mitingi ve her hafta sonu bir ilde büyük bir il mitingi yaparak tepkileri ayakta tutmaya devam ediyoruz. Türkiye’de siyasal muhalefet ile toplumsal muhalefet bir arada. Çünkü saraylar otoriter liderlere aitse meydanlar da halkındır. Sayın Ekrem İmamoğlu, 67 gündür tutuklu. Hala iddianamesi yazılmadı. Savcılık hiçbir iddiasını ispat edemedi. Türkiye’de vatandaşların yüzde 70’inden fazlası bu soruşturmanın hukuki değil, siyasi olduğunu düşünüyorlar. Anketlerde bu oranlarla karşılaşıyoruz. Bu süreçte zaten zorda olan ekonomimiz büyük bir yıkıma uğradı. Merkez Bankamız 60 milyar dolarlık rezervi dövizin yükselişine engel olmak için satmak zorunda kaldı. İktidarın bu siyasi ihtirasının faturasını 86 milyon vatandaşımız daha da yoksul ulaşarak ödüyor.
"AİLE OLMANIN SORUMLULUKLARI VAR"
“Bilinmelidir ki temsili demokrasi, eksik bir demokrasidir. Ancak eksik demokrasinin alternatifi, asla otokrasi değildir. Eksik demokrasinin alternatifi, katılımcı demokrasidir. Kriz içindeki siyasetin alternatifi, siyasetsizlik ya da biat değildir. Alternatif; daha fazla siyaset, daha fazla katılım, daha fazla mücadele, daha fazla dayanışmadır. Biz otoriterliğe karşı hayatta kalmayı değil, otoriterliği halkın desteğiyle yenmeyi ve iktidara gelmeyi hedefliyoruz. Tüm bu süreçlerin sonunda görüyoruz ki partimiz, nasıl 31 Mart seçimlerinde 47 yıl sonra Türkiye’nin birinci partisi olduysa bugün de anketlerde açık ara Türkiye’nin birinci partisidir. Konuşmamın başında, ‘Bir ortak değerde buluşan bir aileyiz’ demiştim. Aile olmanın sorumlulukları var. Bu nedenle yaşadığımız bu süreçte bizlerle dayanışma içinde olan tüm yoldaşlarımıza yürekten teşekkür ediyorum. Pedro’nun şahsında Sosyalist Enternasyonal ve kardeş partilerimizin resmi açıklamalarına, Avrupa Sosyalist Partisi’nin açıklamasına, destek ziyaretlerine, ayrıca ismini anmak zorundayım,; Alman Sosyal Demokratları’nın Türkiye’ye gelen tüm heyetlere yoğun katılımlarına, ayrı ziyaretlerine, Türkiye’den sonra meselenin en çok gündemde tutulduğu ülkenin Almanya oluşuna şükran borçluyum. Bu vesileyle kardeş partimiz SPD’yi son seçimler dolayısıyla ve yüklendikleri yeni sorumluluk dolayısıyla tebrik ediyorum. Yoldaşım Lars’ı yeni görevinden dolayı kutluyorum. SPD’yi, bir kez daha İstanbul’dan Sosyalist Enternasyonal ailesine, büyük ailesine geri dönmeye ve bu ayrılığı bir an önce bitirmeye davet ediyorum. Dün akşam PES’in değerli Genel Sekreteri ile birlikteydik, bugün de salonumuzu onurlandırdılar. Dün yaptığı konuşma çok değerliydi. Dayanışmaya ve kardeş partilerin her ortamda birlikte olmalarına, dayanışmayı büyütmeye ve yapıları ortaklaştırmaya yönelik değerlendirmelerini çok kıymetli buluyorum. Bunun için kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum. Yaşadığımız bu kötü süreçte sessiz kalmayı tercih eden kardeşlerimizin olmasını üzüntüyle karşıladığımızı belirtmek isterim. Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın yüksek ve kötü sözlerinden çok dostlarımızın sessizliği olacak. Bunu da dostlarımıza, o dostlarımıza, dost bildiklerimize bir kez daha ifade etmek isterim.
"HEDEFİMİZ ÜLKEMİZİ AB’NİN TAM ÜYESİ YAPMAKTIR"
Suriye’de denklemler var, dünyada denklemler var, koca koca ülkelerin koca koca menfaatleri var. Ama bu denklemlere bakıp da İngiltere’nin menfaatini, Erdoğan’da görmek doğru bir şey değil. İngiltere’nin bir menfaati varsa evet istikrarlı bir Türkiye’dedir, istikrarlı bir Suriye’dedir, istikrarlı Orta Doğu’dadır. Ama Türkiye’deki istikrarın yolu demokratların iktidarındadır. Otokratların iktidarının istikrarı en temel istikrarsızlıktır. O yüzden ‘İstikrara destek vereceğiz’ diyerek demokratlara yapılan bir darbeye sessiz kalmayı hiç içimize sindirmedik, bundan sonra da sindirmeyeceğiz. Değerli yoldaşlar Türkiye büyük bir ülkedir. Ve bu ülke Erdoğan iktidarından ibaret değildir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak hedefimiz, ülkemizdeki gelir adaletini, mahkeme adaletini ve sosyal adaleti sağlamaktır. Hedefimiz, tam demokratik rekabeti hakim kalmaktır. Hedefimiz, Kürt meselesinin tamamen çözüldüğü, terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye inşa etmektir. Hedefimiz, Türkiye’yi bir sığınmacı deposu olmaktan çıkarmak ve göç meselesini Avrupa ile ortaklaşarak çözmektir. Ve hedefimiz, ülkemizi Avrupa Birliği’nin tam üyesi yapmaktır. Bu mücadeleyi kararlılıkla sürdürüyoruz.
"ERDOĞAN, KADINA ŞİDDETİ MEŞRU GÖRENLERİN DESTEĞİNİ ALMAK İÇİN İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇIKTI
Hep kötü şeyler yapılmadı şüphesiz, 23 yıllık AK Parti iktidarında. İyi şeyler de oldu. Azdı ama iyi şeyler de oldu. Türkiye’de bir şeyi çok kıymetlendiriyorsan ona bir nazar boncuğu hediye edebilirsin. Aman bunun başına bir şey gelmesin. Ana muhalefet lideri olarak söylüyorum. Bir nazar boncuğu olsaydı ve onu bir sebeple Erdoğan’a takmak zorunda olsaydım bunu İstanbul Sözleşmesi için yapardım. İstanbul’da İstanbul’un adıyla anılan, kadına karşı şiddeti yasaklayan ve bu konuda en sert tedbirlerin alınmasını taahhüt eden ve toplumsal cinsiyet eşitliğini ve bu eşitsizliklerle mücadeleyi, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan çok güçlü bir metin. İstanbul’da kararlaştırılmış. Bizim de desteğimizle birlikte parlamentomuzda hızla gündeme alınmış. Parlamentoda bundan bütün milletvekilleri oy birliği ile yürürlüğe girmiş. O gün Cumhuriyet Halk Partiler, iki ellerini kaldırarak İstanbul Sözleşmesinin onayına destek vermişlerdir. Bu sözleşmeden Erdoğan geçen seçimlerden önce kadınlara nafaka vermek istemeyen, kadınları dövdüğü için evden uzaklaştırıldıklarına tepki gösteren ve kadına karşı şiddeti belli sınırlar içinde meşru gören bir tuhaf seçmen kitlesinin desteğini almak için bir gece yarısı tek başına attığı bir imzayla İstanbul Sözleşmesinden çıktı. O yüzden Erdoğan’ın yakasına iliştirilecek bir nazar boncuğu kalmadı. Ama Cumhuriyet Halk Partisi iktidara geldiğinin ilk bir ayı içinde İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden Türkiye’de yürürlüğe koyacak ve dünyada da İstanbul Sözleşmesi’nin en iyi şekilde uygulanmasını takipçisi olacak. Bunu buradan geçtiğimiz günlerde çok başarılı bir toplantı da yapan Kadın Sosyalist Enternasyonel’in değerli üyelerinin varlığında tekrar etmek isterim.
"OTORİTERLERİN KARŞISINDA TESLİM OLMAYACAĞIZ"
Sözlerimi tamamlarken şunu herkese hatırlatmamız gerekir ki demokratlar, otoriterliğin ya hedefi ya da potansiyel hedefidir. Onunla mücadele konusunda dayanışma içinde olmaksa kaçınılmaz bir sorumluluktur. Bir Sosyalist Enternasyonel ailesi olarak özgürlük, adalet ve dayanışma değerlerine hep bağlı kalacağız. Her sorun karşısında dayanışma sorumluluğu ile hareket etmesi gereken yoldaşlarımızın kararlı iradeleri ile aşılacaktır. Siz değerli üyelerimizin desteği ile demokrasiyi, barışı ve sosyal adaleti daha güçlü savunacağımıza olan inancım tamdır. Buradan İstanbul’dan bütün dünyaya hep birlikte sesleniyoruz. Otoriterlerin karşısında teslim olmayacağız. Demokratlar kazanacak. Biz kazanacağız. Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz. Hepinize saygıyla selamlıyorum."