Dürüst bir insan, cesur bir direnişçi, özgürlük savaşçısı usta bir yönetmen olmasının yanı sıra, sinema dilinin yalınlığı ve incelikli senaryosunun evrenselliğiyle de zor olanı başarıyor: Biçimi ve içeriği birlikte yüceltmek, gerçekçi yerelliğin çok ötelerine taşarak tüm dünyadaki izleyicinin vicdanına seslenebilmek...
Bu bağlamda, İran’da kendine İslami Cumhuriyet adını veren devletin yanında, tüm otoriter rejimlerin hiç de hoşlanmayacakları türden bir film “Sadece Bir Tesadüf”. Muhaliflerin her fırsatta hapse atıldığı, işkence gördüğü ya da görebileceği ülkelerde yaşayan herkesi ilgilendiren bir film.
Bu pazar akşamı, elinde Altın Palmiye, yanında filmin ekibi, hep birlikte Tahran’a geri dönecek olan Jafar Panahi’nin geleceği, filmindeki son sahne gibi, her olasılığa açık.
Dinci ve kinci güçlerin bağnazlığı mı ağır basacak, yoksa sağduyu mu? Bekleyip göreceğiz.
İran’da sinema sektörüne yüksek yatırımlar yaparak eğlendirici dizilerin, “helal” ve yandaş propaganda filmlerinin yapımına destek verdikleri bilinen mollalar rejiminin tepkisinin ne olacağı merak konusu. Jafar Panahi’nin kendine seçtiği direnişçi sinema yolu ise onurlu ama tehlikeli bir yol.
JÜRİNİN YAPISI
Jürinin yapısı yanında, güncel kaygı ve gerçekler de kuşkusuz ödül listesinin oluşumunu etkiler. Geçen yıl, Amerikan sinemasının sıradışı bir örneği olmayan “Anora”nın Altın Palmiye kazanması, Amerikalı genç kadın yönetmen Greta Gerwig’in jüri başkanlığıyla açıklanabilir. Öyle ya, Mohammad Rasoulof ya da Jacques Audiard’ın filmleri, başka bir jüri tarafından üst sıraya çıkarılabilirdi.
Juliette Binoche başkanlığındaki jürinin temel başarısı, içerik ve biçim arasındaki dengeleri toplumsal ve siyasi yaklaşımları dışlamadan (ancak öncelik de tanımadan) sağlamış olması. Brezilyalı yönetmen Kléber Mendonça Filho’nun iki kez ödüllendirilen filmi “Gizli Ajan” yedinci sanatın özüne saygılı bu yaklaşımın en sağlam örneği.
Altın Palmiye’ye 10. kez aday olan Jean-Pierre ve Luc Dardenne’in ikinci kez senaryo ödülünü almalarının yanında, 23 yaşındaki amatör oyuncu Nadia Melliti’nin, Fransız genç kadın yönetmen Hafsia Herzi’nin filminde, eşcinsel dürtülerini fark eden inançlı Müslüman kız rolündeki başarısıyla ünlü rakipleri arasından sıyrılıp öne çıkması, güncel toplumsal konuları işlerken sergilenen sinema dilinin biçimsel özgünlüğünün de dikkate alındığını göstermekte. Ödül alan diğer filmler, hem estetik bütünlüğün gözönüne alındığını hem de yenilikçi ya da klasik ama içten sinemasal yaklaşımların da unutulmadığını göstermekte.